Bulaşık


Ağlayarak bulaşık yıkamak zor. Bir kere burnunuz akıyor, gözünüz akıyor, yer çekimiyle daha da akıyor, akıyor. Silmeye çalışırken elinin ıslağı yüzünü ıslatıyor. Elini kurulamayı asla başaramıyorsun. Bulaşık ıslağından tiksiniyorsun. Hadi sildin diyelim, yanında biri varsa asla anlatamayacağın bir durumu saklamaya çalışıyorsun.

İnsan bulaşık yıkarken nerelere gidip neler düşünüyor, fark ettiniz mi hiç? En aydınlandığım zaman dilimlerindendir bulaşık yıkamak. Boşlukta sadece düşüncelerimle değil, bulaşıkla da boğuşmak... Su aktıkça aynı hızda derinlere dalıp dalıp çıkmak... Balık gibi... Aynı şekilde o son 5 saniyede en son ne düşündüğünü hatırlamadan yeni bir eşikten atlamak... Balık hafızası ama aynı anda fil hafızası da... Çünkü unutmak isteyip de unutamadığın her şey de üstüne aynı hızda gelir gider.

Biliyor musun bu hissi? O zaman tamam.

Yani anlayacağın dostum, bulaşık yıkamak ciddi olduğu kadar varoluşsal da bir süreçtir.

Bu bitmeyen bulaşık serüvenlerimin birinde aklıma canım anneannem geldi. Onunla yediğimiz yemeklerden sonra bulaşıkları suyu az akıtmaya çalışarak yıkamaya çalışması... Su vardı. Artık suyumuz var anneanne, neden bu kadar az suyla yıkamaya çalışıyorsun diye ona kızardım. Her şeyi ihtiyatlı kullanırdı. Kağıt havlu peçeteyi bile yıkar, kurutur, tekrar kullanırdı. Sonra canım annemin artık bir annesi olmadığı geldi aklıma. Gerçekten artık anneannem yoktu ve biz bunu hiç konuşmuyorduk. Sanki konuşsak bir bombanın pimini çekecekmişiz gibi geliyordu hep. Hep sustuk. Olmamış, yaşanmamış, sanki ölüsünü bile gömmeye gidemediğimiz pamuk anneannemin yası yaşanmaya korkuluyormuş gibi.

2 sene geçti.

Sonra kendimi düşündüm. Artık annemin olmadığı bir dünyayı kaldırabilir miydim? Olurdu olmasına ama düşüncesi beni bile dehşete düşüyor.

Annesiz kalmak... Kimsesiz kalmak sanki, değil mi?

Annemin annesizliğine, anneannesizliğime üzülerek, sonra kendi annemin varlığına şükrederek bulaşık yıkadım ve ağladım.