Düğüncülük. Atlas yine ateşlendi. Ablamlar yine acillere koştular. Bu sefer başka şehirde. Düğün için gittikleri, herkesin bir araya geleceği, kuzenimin düğününün olduğu Ankara'da. Her gittikleri şehirde bir acil servisi ziyaret etmeseler olmaz. Yıllar sonra ilk kez bir düğünümüz oldu. Biz gidemedik. Dünyanın bir ucunda olmanın böyle bir etkisi hep oluyor. Cenazeleri, düğünleri, doğumları hep kaçırıyorsun. En güzel kıyafetlerini giymiş yeğenlerimin yakışıklılığını, düğün sahibi kuzenimin ve güzel gelinimizin ilk dansını, ortada yine çılgınlar gibi oynayan ve neşe saçan canım eniştemi, sürekli daha içme diye dürtülen ve daha ikinci kadehinde sarhoş olan düğün sahibi eniştemi, halalarımın herkese yalandan gülücüklerini, Atlas'ın pastaya yumuluşunu, Kaan'ın yaptığı garip ergen hareketlere ablamın çimdikleyerek "Oğlum! "diyişini, düğün bittikten sonraki hüzünlü ayrılışları, şişmiş ayaklardan kurtulan topukluları... Hiçbirini göremedim. Görebildiğim tek şey, fotoğraflarda asılı kalmış mutlu ve süslü yüzlerdi. Herkes, mutlu, süslü, terli, gururlu, yorgun, coşkun, çakır, genç ve zamansızdı. Ben yoktum.