Bu hayatın dayanılmaz çöplüğün de;
Bir koku ve doku..
Büyük bir anlaşmazlıktı ilişkilerimiz.
Edindiğimiz en küçük fikirle büyük bir yargıyı düşüncelerimiz.
Birbirimizi tanımıyorduk, varsayıp küfrediyorduk sadece.
En büyük erdem yalnızlıktı,
En güzel sakinlikti tek başına bağırmak.
Ve en büyük kavgaydı dağlarla kargaşa.
Kimsenin bizi dinlemediği zaman en güzel cümleler kurulurdu.
Ama bir garipti yalnızlık.
Asla yalnız olmazdı..
Öğrenmek gerekirdi birlikteliği,
Bir sanattır birlikte yaşamak..
Asla kuvvet doğmamalıydı el eleyken,
Yalnız gibi mütevazi olmalıydı insan birlikteyken.
İnsan el eleyken nasıl savaşabilirdi ki zaten?
Kendini tanımalıydı insan!
İçinde ki o eşsiz enerjiyle dağlardan çay toplamalıydı.
O patlamak üzere olan ateşi nehirlere atmalıydı.
Nefretine sırdaş aramamalıydı şehirlerde..
İnsan sevgiyle nasıl öldürebilirdi ki zaten?
Nefretiyle kendini ateşlere atmalıydı.
O birikmiş hüzünden ve miras kalmış acılardan kurtulmalıydı.
Eğer savaşacaksa kendi için savaşmalıydı.
Asla kaostan yararlanmamalı, kaos yaratmalıydı insan.
Birliktelik sevgi için olmalı nefret ise yalnız yaşanmalıydı.
Savaşmak için en güzel yer yalnızlığın korkulu dünyasında gizliydi.
Gerçek savaşçılar yalnız savaşırdı.
Korkaklar ise elele bombalar atarlardı mutlu yalnızlara..
Ve ne yazık ki en büyük güçler sevgiyle kurulmuştu.
Tüm zamanların en büyük kaosu oluştu.
Herşey birbirine karıştı.
Sevgiyle birleşen güçler nefret kusuyordu yalnız topraklara.
Yalnızlar ölüyordu ve arda kalanlar nefretin etrafında birleşiyordu
bir güç olmak için.
Ve bir çöp yığını oluşturuyordu kavramlar.
Leş kokan sokaklar ve doku parçaları her yerde..
İnsan öldürmeyi değil, ölmeyi öğrenmeliydi.
Yalnız ölebilmeliydi insan!