Hızlı adımlarla caddenin soluna saptım. Sokaklardan geçtikçe adımlarımı artırıyor, arkamı kolluyordum. Saptığım sokakta oyun oynayan çocukların anlamsız bakışlarını fark ettim fakat aldırmadan Otuzuncu Sokakʼa döndüm. Kapalı kepenklere uzun bir süre baktıktan sonra beş numaralı kepenk açıldı.

Kemal, "Nerede kaldın yahu?" dedi, "saat yedi oldu." Cevap vermeden direkt okey masasına oturup taşları dizmeye başladık. Kısıtlamalara rağmen okey masası hazırdı ve emekli beyler ben gelmeden bu kahvehaneyi açmışlardı.

— Mavi beş, sıra sende. Bu sefer de çalarsan istekayı kafana yersin.

— Yirmi yıl önce vurduğun gibi mi?

— Sahi vurdun mu kafasına? Kafasında da pek iz göremedim.

— Kafasına bir şey olmadı onun. Ne kalın kafalıdır bilmez misin, istekaya yazık oldu vallahi.


Aralardaki tatlı atışmalar ve taş sesleri bir anda sustu. Saat yedi buçuğu gösteriyordu ve Halil bilgisayarın sesini açtı. "Kıymetli kardeşlerim, kıymetli dostlarım," sesi ile dinlemeye başladık. Konuşmanın ilerleyen safhalarında vatan haini diyenimiz de vardı kahraman da. Halil pis pis sırıtarak "Bu adam ermiş yahu," dedi. Eşref hariç masadaki diğer iki arkadaşım gülmeye başladı. Kemal ise "Sapkın bu adam," dedi. "Bundan dört yıl önce hani akademisyenlerin kanını akıtacaktı? Şimdi onların desteğini almak için şiir okuyor." Eşref ise eski Türkiye’de ilaç dahi alamadıklarını, mafyanın o dönem cirit attığını, illegal işlerin ve faili meçhul cinayetlerin hâlâ aydınlığa ermediğini ifade etti ve bu kaotik ortamı devralan mevcut hükûmetin getirdiği ekonomik bolluk ve ileri demokrasi anlayışını; özgürlük ve refah ortamı sağladıklarını, düşünce özgürlüğünü getirdiklerini savundu ve Sedat Peker’in dış güçlerin ajanı olduğunu iddia etti. Bakışlarımız, Eşref'in susmasına yetti. Kemal: "İnsanlar aç, işsiz; ülkede para yok, sen hâlâ eski Türkiye’yi konuşuyorsun. Peki, ne olacak bu ekonominin hali? Hiç düşündünüz mü bu adamın ülke gündemini meşgul etmek için böyle bir şey yaptığını? İçeride para yok, dışarıdan sesler ile bastırılıyor. Emekliye üç kuruş zam, inşaat şirketlerine milyarlarca vergi affı..." Halil, Kemal'in sözünü keserek "Ayrıca bu aç insanlar Sedat Peker’e tapıyorlar. Sizce Sedat Peker peygamber mi?" dedi. Eşref sandalyeyi geri çekerek masadan kalktı. Bir adım attıktan sonra arkasını dönüp arkadaşlarına, "Millet aç diyorsun da Sedat Peker’in videolarını son model telefonlarla izliyorlar. İnsanlar çok nankör," dedi. "Bu hükûmetten önce Ankara’ya kaç saatte gidiyordun? Oğlun Hasan'ın kitap parası için kaç gün çalıştığını dün gibi hatırlarım." Halil her zamanki muzip tavrı ile kendi sorusuna kendisi cevap verdi, "Sedat Peker günümüzün peygamberidir," dedi. "Diğer peygamberlerden ne farkı var sanki? Bir kavim gelir ve bu kavim ilk zamanlar bolluk bereket getirerek herkesin güvenini, sevgisini kazanır. İnsanların gözünü boyamak için bol bol dağıtır. Arka planda da illegal işlerini yapmak için temiz toplum sloganları atar. Bu illegal işlerin başında halkı yavaş yavaş sömürmek gelir. Tıpkı suya atılan bir kurbağa gibi. Kurbağa normal suya atıldıktan sonra su yavaş yavaş kaynamaya başlar ve kurbağa bunun farkında değildir. Su ona hoş gelir. Sonunda su fokurdadığında iş işten geçmiştir. Fakat o an çubuk tutan birisi gelir ve çubuğu kurbağaya uzatır. Tamam, Kemal, bu hikâyenin sonu böyle değildi, anladık. Bunu ben ekledim, tıpkı bazı toplumların lider kadroları o toplumları yavaş yavaş sömürüp elde avuçta hiçbir şey bırakmayınca o toplumların kavrulması gibi. İşte o an toplum, o kurbağa gibi bir çubuk uzatan birine veya bir el uzatana, o tükenmişlikten çıkmak için ihtiyaç duyar ve bir peygamber yaratır. Veya yarattığını zanneder. Sedat Peker de şu an peygamberdir diyebiliriz."

"Amma uzattın," dedi Eşref, "senin gibileri ülke dışına atmalı, vatan haini pislik. Seni de Peker’in yanına yollamalı, ikiniz güzel anlaşırsınız, sonuçta aynı kafa aynı mermer. Bazı hainleri getirdiğimiz gibi onu da getirmesini biliriz. Peygamberlik gibi yüce bir makamı nasıl öyle hain birine yakıştırdığın hain olduğundan belli." Bunun üzerine Kemal, Halil'e dönerek "Çok kitap okuyorsun Halil, Sırma Köşk'ü çok okumuşsun," dedi. "Sırça Köşk," diye araya girdim. Eşref, "Doktor randevusunu yine geçirmiş," diye devam etti. Halil, "Sırça Köşk ile ne alakası var? Daha ismini bile söyleyemiyorsun," dedi ve dışarıdan müthiş bir ses geldi. Aniden kepenk havaya kalktı ve ışık bütün odayı sardı. Saniyeler içerisinde telsiz konuşmaları ve polis sesleri ile aniden ayağı kalktık. Eşref hızlı bir şekilde tuvalete yöneldi. Kemal bilgisayarı kapattı. Ben ise okey masasını dağıttım. Birkaç polis yaklaşarak "Beyler utanmıyor musunuz yasak zamanı kumar oynamaya? Hakkınızda işlem başlatıyoruz," dedi. Diğer bir polis tuvalete yönelerek adım attı. Halil ise psikolojik rahatsızlığı olduğunu, cezai işlem uygulanamayacağını söyledi. Kafamı sallayarak Halil’i onayladım. Hükûmeti öve öve yanımıza yaklaşan Eşref, kahvehaneyi Kemal'in açtığını söyledi. Bunun üzerine Kemal, Eşref'in kaçak sigara sattığını ve arka bahçesindeki depoda sigaraları sakladığını söyledi. Yılların arkadaşlıkları... her sıkıştıklarında birbirlerini sattıklarına defalarca şahit oldum. Cezayı yedik ve dört arkadaş yediğimiz cezayı taksite nasıl bölebiliriz diye düşündük.