Telaşlı aldanışlarım vardı yıllar önce. Ne zaman varabileceğimi kestiremediğim, ucunda bir uçan balon takılı hayallerim. Yükseliyor, yükseliyor... Sınırlar yalnızca halatlarla çevrilmiş gönüllere mahsustu. Bense çocukluğumun getirdiği, her şeyi mutluluk vesilesi kılabilecek hevesimin etrafında zamanın taş duvarlarını kırarak ilerliyordum. Ta ki güvenimi kaybedene kadar.


Güven öyle küçük bir şey değildir, inanın bana. Ölümsüzlüğün sırrını mı bulmak istersin yoksa birisinin sana güvenmesinin kesin olduğunu bilmeyi mi diye sorsanız hiç tereddüt etmeden ikinci şıkkı seçerim. Çünkü bu öylesine tereddüt kabul etmez, öylesine kördüğümsel bir inanıştır ki ne karşınızdakinin tam olarak ne yapacağını kestirebilirsiniz ne de kendi içinizde varacağınız sonucu bilebilirsiniz. Yapabileceğiniz tek şey, farkındalıkla ve hissederek kendinizi karşınızdaki kişinin dalgalarına bırakmak. Bunu yürekten inanarak yapmayanlar, karşısındakinin onu her an kendini aldatabileceği, ona zarar verebileceği düşüncesiyle kendi sırtlarına bağladıkları halatları yine dönüp dolaşıp kendi elleriyle tutuyorlar. Adeta köpeğin kendi kuyruğunu kovalaması gibi halatın ucunu çekerek kendi kendilerinin esirleri oluyorlar. “Peki güvenmek için böylesine içten inanmak gerekiyorsa, insan ne sonuca varacağını bilmeden nasıl güvenebilir? Belki gerçekten düşündüğümüz gibi zarar verecek bize, belki kalbimizi kıracak, belki çok acı çekmemizi sağlayacak. Bunun riskini nasıl alabileceğiz?” dediğinizi duyar gibiyim. Bunun cevabının kolay olduğunu söyleyemem. Kimi insanlar vardır hayatta, öylesine tecrübeleri vardır ki bir insanın gözlerine bakar bakmaz ona güvenip güvenmeyeceğini anlayabilir. Hatta ve hatta karşısındaki kişinin bir sonraki adımlarını tek tek size söyleyebilir. Peki bu insanlar bu özelliklerini nasıl kazandılar? Cevabını hemen vereyim: Tecrübe. Bu tür insanların yüzüne baktığınız zaman alınlarında üç dört çizgi kırışıklık, gözlerinde yorgunluğun belirtileri ve sözlerinde sessiz bir gecenin uğuldayan fısıltısını duyabilirsiniz. Belki yorulmaktan bile yorulmuşlardır. Ama tecrübe köklerini öylesine salmışlardır ki toprağa, rüzgarların ağırlığı onların üzerinde kıpırdama bile yapmaz. İşte yıllar içinde vardıkları nokta onları böyle güven sarrafı haline getirmiştir. O yüzden bu işin de formülünün tecrübe olduğunu söyleyebilirim. Tecrübesi olmayan kimse neye güvendiğini ve niye güvendiğini bilemeyecektir. Ama tecrübeyi kazanması da yine deneme ve yanılma yolundan geçmektedir.


En acılı ve en zorlu yol deneme yanılma yoluyla tecrübe kazanmaktır. Bu yol insanların dikenlerle bezediği, kaldırımlarının ucu sarp ve dik kayalıklardan oluşan, yanlış bir adımda anlamsız ve boş bakışlarla paramparça bir kalbin ortasında kalacağın zamansızlık tüneline dönüşebilir. Hani derler ya uzayda geçirdiğin bir ay dünyada bir yıla bedel diye. İşte bu yolda geçirdiğin bir dakika bile kimi insanların yaşadığı hayatın toplamından bile fazladır. Serttir, bayağıdır bu yol. Baygınlık geçirmiş birisine ayıltmak için atılan sert tokatlar gibidir. Aslında tecrübe kazanana kadar hayatta güvendiğimiz her konuda baygınlık geçirdiğimiz bile söylenebilir. Yanıldığımız her anda ayıltana kadar tokatlar bizi. Ancak, ayıldığımızda artık farklı biriyizdir.


Bunca güven muhabbetinin üstüne söyleyebileceğim tek bir cümle var: Güvendiğiniz her şeye güvenmeyin. Bunu tecrübe ederek ve yaşayarak bildim. Çocukluğumun neşeli ve kaygısız sokaklarından, o mutluluk hevesinden, uçan balon hayallerimden uyandıran da buydu beni. Deneme yanılma yoluna böylesine gireceğimi pek hayal etmemiştim ama ne var ki hayat sürprizlerle dolu ve bizler oyunlardaki gibi üçüncü şahıs bakışıyla (third person perspective) olup biteni tepeden göremediğimizden her sürprize ilk elden yakalanmak zorunda kalıyoruz. Ama durup düşününce bu yola daha kötü ve keskin virajla girmediğim için şükretmiyor değilim. Şimdi ise attığım her adım dikkatli ve sağlam. Çünkü bir kez bu tecrübeyi edindiğinizde bir daha kolay kolay boğulmayacağınızı taahhüt edebilirim size. 


İlk başta güvenimi kaybettiğimi söylemiştim. Ancak güvenin kaybedildikten sonra kazanıldığını söylememiştim, işte şimdi burada söylüyorum. Bazen bazı kayıplar kazançlardan çok daha üstün oluyor. Güven konusunda da kaybettiğiniz her parça kalbinize bir şövalye zırhı olarak geri dönüyor. Bir süre sonra bu durum sizi hasar almaz bir hale dönüştürüyor. Yanlış anlaşılmasın, artık kalbiniz kimseyi kabul etmez demek istemiyorum. Demek istediğim artık kalbinize kim girerse girsin yaşattığı güvensizlik çok daha az hasar verecektir. Çünkü sizinle birlikte kalbiniz de tecrübelenmektedir. Son olarak bir ters köşe yapmayı da ihmal etmeyelim: Ne kadar tecrübelenirseniz tecrübelenin, sırtınızı yasladığınız şey oradan çekilirse düşersiniz.