Neler gördü buğulu gözlerin? Haksız yere nefretle dolmuş hangi bakışlara şahit oldu? Kaç kez doldu, doldu, doldu, doldu da taşamayıp yöneldi gökyüzüne? Titreyen ellerinle tampon yaptığın göz pınarların hırçınlaşıp dalgalandığında, mevsimlerden neydi?


Nasılsın güzel kızım? Hangi bulutlar geçiyor semalarından? Hangi damlalar yavaş yavaş dolduruyor kanallarını? Hangi binalarını terk ettin, hangilerinin tuğlalarını dizmektesin en baştan? Sokaklarından geçen insanların ses tonları nasıl? Ya bakışları? Korkuyor mu sokağının köpekleri? Agresifler mi? Yoksa sallayıp kuyruklarını sokuluyorlar mı yanına usulca?


Yenilmekten korkup kendi başına sıktığın kavgaların, kaçıncısındasın? Terk edilmenin acısını yaşamak istemediğinden, neyin varsa bırakıp ayrıldığın kaçıncı şehir bu? Ardı arkası kesilmeyen kehanetlerinin, sana yıllar öncesinden geldiğini ve başka hayatların sancıları olduğunu ne zaman fark edersin, ah benim canım kızım?


İnsanları sevmek, onlar olmak mıdır senin için? Yoksa kendini sevmek için bir çıkar yol mu aramaktasın? Yerin yurdun sensin. Peki, sen olmak nasıl bir deneyim? Damarlarında nasıl akar kan, neyin karşısında hızlanır kalp atışların, tüm bu iç sıkışmaların hangi düşüncelerin ertesi?


Toprağına gömülü mayınları imha etmenin tek yolu üstlerinde debelenmek midir zannedersin? Tepindiğin her karışta, ayak bastığın yer, senin yüreğin değil de neresidir? Elinde baltayla girdiğin orman, ah kızım, o senin göğüs kafesin.


Hadi. Bırak yükünü yanı başına, başını da yasla onlara biraz. Aksın gözlerinden yorgunluğun. Sarsılsın bedenin hıçkırıklarınla. Şaşırmayasın, gelen geçen deli işi diyecektir tüm bu hengâmene. Oysa ben bunun adına delirmek değil, var olmayı hissetmek derim.


Öpmekteyim gözlerinden.

Sen de biraz nefeslen.


Resim: Blind Girl by John Everett Millais