Artık tamamen yalnızım...

İçimde bitmek bilmeyen ağlama hissi veya bir ihtiyaç da olabilir, bilmiyorum. Tek bildiğim bir aydır ağlamadan geçirmediğim bir tek gün bile olmadı. Size komik gelebilir belki ama “Neden sürekli ağlamak istiyorum?” sorusunu sormadığım ne bir inanış kaldı ne bir din; ne psikoloji alanları, ne arkadaşlarım... Geçmişim, ona da sordum tabii ki. Zaten bu ağlama hissimin bütün sorumlusu geçmişim. Sürekli bir münakaşa içindeyiz. Sürekli sohbet ediyoruz yani sizin anlayacağınız.


Bakın, mantıksız senaryolar yığınından bahsetmiyorum. Mantık yönünden aşırı mantıklı biriyim zaten ama nasıl oluyorsa duygusal zeka denilen kavramım sürekli galip geliyor. Dışarıdan bakıp beni tanıdığını sanan insanlar ne diyor sonra, biliyor musunuz? “Ya senin gibi son derece mantıklı ve olgun bir insanın böyle davranmasına dayanamıyorum, bu beni çok sinirlendiriyor.” diyorlar. Ben de neyi anlamıyorum, biliyor musunuz? Ben bu “insanlar” kavramının her anlarında yanlarında oldum. Destek oldum. Her duygularında… Ama bu “insanlar” benim sürekli mutlu gezmemi bekliyorlar. Ben insan değilim galiba değil mi?


Sonra, bir de hiç düşünmüyorlar. Bir insan niye gereğinden olgun olur? Olgun olmak zorunda olmuştur? Belki taşıyamadığı yükler vardır. Belki fazla sorumluluk almış ve yorulmuştur. Bir kişinin yaşadığı zorluklar sizin için zorluk tanımına girmeyebilir. Bu anlaşılır bir durum ama yine de o kişiyi anlamaya çalışmadan ona etiket yapıştırmak ve o kişiyi artık yapıştırdığınız etiketlerle görmeye başlamak... Bu, çocuğunuz sizinle konuşmadığında ya da size karşı agresif davranışlar sergilediğinde ona bağırıp çağırıp ceza vermekle aynı şeydir. Yaşanan olay ne olursa olsun, “insan” hiçbir olayı çözmeyen, olayların üstünü etiketlerle kapatan (yırtık pantolona yama yapar gibi) bir canlıdır.


Ve insan, basit bir entropiden ibaret olduğunu unutmuştur...