“Senin aptal olduğuna karar verdim,” bu söyleyen kısa saçlı Esra’ydı. Erkek Esra, sivilceli ve Kara Fatma. Lakaplarıyla boğuşan bir ismi vardı.

“Çok da umurumdaydı. Sanki sen aşırı zekisin erkek çakması,” dedi Efe. Sarı saçları kısaydı. Annesi berberine hep asker tıraşı olması yönünde salık vermişti. Asker Efe.

İki çocuk. Güneşin altında çömelmiş karınca yuvasını dikizliyordu. Alınlarından ter akmaları bu kutsal göreve karşı tembellik yapmaları anlamına gelmiyordu.

“Annem gerçekçi hayaller kurmam gerektiğini söyledi. Senin hayalin ise hiç gerçekçi değil.”

“O zaman asıl aptal olan annenmiş,” dedi Efe.

Fatma ayaklanmıştı. Efenin üstüne düşen gölgesi ile dikilip “Sözlerini geri al,” diye bağırdı. Gözleri nemliydi.

“Dilemeyeceğim işte,” diyerek omuz silkti Efe. Eliyle iri bir karıncayı dürtüp ne yapacağını izlemeye koyuldu.

“Annem her sabah bize nefis kahvaltılar ve yemekler yapıyor tamam mı, dünyanın en güzel omletini nasıl yapıldığını bir annem bilir. Evimizde bir tane bile leke bulamazsın. Çünkü her yeri çok iyi temizler, beni okula hazırlayıp babamı güldürür. Annem aptal değil tamam mı? O, her şeyi düzgün yapar.”

“Belki söylediklerinden dolayı aptaldır.”

Fatma küçük elleriyle Ali’nin kısa saçlarını tutmaya çalıştı ama sadece dengesini kaybedip karınca yuvasının üstüne düşü verdi. Üstüne çullanan karıncaları silkelemek isterken elleriyle elbisesini parçalıyordu.

Sinirli bir şekilde yerde ağlama krizi geçirirken Efe’nin uzattığı eline tükürdü. Bir süre bakıştılar.

“Aptal olma, ver elini,” dedi Efe. Fatma utana sıkıla elini uzattı. Karıncalar hala üzerindeyken gurur yapacak gücü yoktu.

Ayağa kalktığında çiçek desenli elbisesini silkeledi. Birkaç karıncayı iğrenerek parmağıyla fırlattı. Yüzünde iğrenç küçük ayaklarının dolaştığını hissediyordu. Efe bunu fark edecek olsa gerek omzundan tutup yanaklarında dolaşan karıncaları tek tek eliyle nazikçe alıp onu ızdıraptan kurtardı.

“Teşekkür ederim,” dedi Fatma. “Ama senin suçun hepsi.”

“Biliyorum, çocukluk ettim.”

Koca bir sessizlik aralarında fısıldaşarak dolaştı.

“Bazen çocuk bebek oluyorsun.”

“E, bazen sen de fazla büyük oluyorsun,” dedi Efe.

“Biliyorsun annemle babam boşanacak,” dedi Fatma bir anda. Efe kafasını kaldırıp Fatma’ya baktı. Esmerdi, burnu küçük ve biraz da eğikti, tombul yanakları vardı ama gözlerinin içinde kaybolduğu bir kıvılcımı da görüyordu.

“Annem demişti. Babanla annenin kavga ettiklerini görmüş mahallede. Boşanırlar yakında demişti. Evlilik çocuk oyuncağı değil demişti.”

“Büyükler bazen aptal olabiliyorlar,” dedi Fatma. Sanki cümleleri söylemek istediklerini gizliyor gibiydi, ağzından zor çıkan kelimeler.

“Evet, babam ekmeği bayat olduğunu görünce saatlerce annemle tartışıyor. Saçma sapan şeyler yüzünden hem de...”

“Senle evlenseydik büyükler gibi kavga etmezdik değil mi?” yüzü kızarmıştı Fatma’nın. Gözleri yeşil ayakkabısına çevirmişti.

Efe ne diyeceğini bilmese de yüzüne akın eden sıcaklığı hissedebiliyordu. Utanmıştı. “Elbette, ekmeğin bayat olup olmaması umumda olmazdı yanımda sen olursan.”

“Bazen beni sinir ediyorsun. Aptalca geliyor yaptıkların ama sana sinirli kalamıyorum. Beni kırmak istemediği anlıyorum çünkü.”

“Seni asla kırmak istemem ki ben.”

“Biliyorum.”

“Annenler ayrıldığında, nereye...” dedi Efe. Ağzından çıkan kelimeleri fısıldamak için ne kadar da çok caba sarf etmişti oysa. Gözlerinin istemsizce dolmasına sinirlenmişti.

“Gideceğiz. Annem buraya dayanamam diyor.”

“Anlıyorum,” dedi Efe. “Seninle...”

“Bulaşacağız ki,” diye hemen kelimeyi yapıştırdı Fatma. Sesince bir coşku vardı. Gözleri dolmuştu. “Başka evrende kedi olmamıza gerek yok. Ben seni bulurum, sana bayat ekmek getiririm. Beraber yaşarız.”

Efe gözlerinin dolduğunu gizlemeye çalışsa da direnmeyi bırakmıştı. Gülümsedi. İki çocuk birbirlerine bakarken söylenmeyen kelimelerin sessiz efendileriydiler.

“Annem şimdi işe gidecek, beni bekliyordur,” dedi Fatma. Elinin tersiyle burnunu sildi.

“Evet, annen. Selam söyle.

“Söylerim. Yarın yine buluşuruz dimi?”

“Elbette, sana arıların yuvasını gösteririm bu sefer.”

“Merakla bekliyor olacağım.”

“Ben de Fatma.”