Canlılık, tarihi boyunca varlığın beşiğinde ve yok olmanın eşiğinde kendiliğini açığa çıkartmıştır. Bu yüzden yaşama ve ölüme dair söylenen ve yapılan her edim ve eylem kimliğini kazanmak için köklerine yani antik dönemin atfına maruz kalmak zorundadır. Çünkü her bir canlı varlığını kendine ve kendinden önceki nesillere muhtaçtır.

Tarih, canlılığını hayat süresi boyunca kendi varlığını sürdürecek bir gerçekliktir. Bu gerçekliğin bize sunmuş olduğu done ve dominler üzerinden şekillenen eylem ve edimlerimiz iyi kötü, güzel-çirkin ya da aynılık ayrıkırılık denkleminin suntasında oluşunu, bozuluşunu devam ettirecektir. Ve bu devamlılık bize kültürü doğurmakla birlikte gelişimi, ilerlemeyi ve gerilemeyi sunacaktır.

Kültür, tarihin sunağında kurban edilen ve diriltilen karışımların tümüdür. Bu tümlüğün eksik ya da parçalı yönleri yaşamak devam ettiği sürece üzerine koyutlanarak devam edecektir. Böylelikle örf, adet, gelenek ve görenek gibi eylemsel ve metafiziksel kimlikleri oluşturan alanlar yaratacaktır.

Gelişim, ilerleme ve gerileme hepsi aynılık ve aykırılık ikliminde var olan, yok olan diyagramların tamamıdır. Bu tamamlılık resmin bütününe baktığımızda anlayacağız. Kısacası Platoncu bir yaklaşımla ancak tüm olgu ve bulguları bir başlık altında toplayabileceğiz. Tabii bunu yaparken de Aristolesçi tikelliği yani bilimin çalışma sahası olan oluşumları keşfederek hem akli hem de psişik tavırlarımızı anlama ve anlamlandırmaya çalışmaktayız. İşte bu yüzden canlılık olarak bizlerin görevi hayatın resminde ressamın zihnindeki fırça darbelerinin oluş haline getirdiği görevleri bilinçli bir biçimde tercih ederek yapmalıyız. Ve hayat her canlıya eşit olmasa dahi adaletli bir biçimde bir görev atfetmiş durumdadır. Tabii bunu anlamak, algılamak, yargılamak ve sorgulamakta yine bilinç sahibi olan Homo sapiensin karar ve tercih skalasına bağlıdır. 

Sonuç olarak, dengede kalmak için dengesizlik de gereklidir. Çünkü dengesizlik diye tanımladığımız edimler dahi dengelenmeyi bekleyen alanlar doğurarak seçim ve tercih yörüngesi sunmaktadır. Bu bağlamda insan hem özgür görünürken aynı zamanda mahkumluğuna da kapı aralamıştır. Kısacası canlı denilen form özgürlüğe mahkum olan bir varlıktır. Aksi bir durum söz konusu olduğunda tarih boyunca yapılan, yapılmış olan ve yapılacaklar köksüz bir ağaç gibi olduğu an kuruyacaktır. Ve ana dahi gelmeden yok olacaktır. Ve bu durum hayat denilen kavramı olduğu gibi ölüm denilen kavramın dahi var olmamasına sebebiyet verecektir. Bu yüzden ne yaşamanın ne de ölmenin anlamı ve anlamsızlığı doğacaktır. Çünkü tüm bu ikil tezat durumlar varlıklarını da yokluklarını da birbirleri üzerine koyutlanarak olagelmiştir. İşte tüm çaba ve davranışlar yaşamayı ve ölmeyi hak etmemizden kaynaklanmaktadır. Ve umarım yaşamayı ve ölmeyi hak ediyoruzdur!


  • Dizi önerisi: Springgan