Sanat diye bir kaygımız var. Böyle bir kaygının nasıl var olduğu ve nasıl vücut bulduğu her zaman dikkatimi çekmiştir. Biyolojik olarak hiçbir ihtiyacımızın cevabı olmayan bu sanat dediğimiz şey niye bizim kaygımız olmuş ola ki? Bu kaygıyla ne yapacağız peki? Bu kaygı bize neler yaptıracak? Kendimle az çok bunun tartışmasını yapacak ve günümüzdeki haline kendi bakış açımla eleştiri getireceğim.


Sanatın ne anlama geldiği sorusuna türlü bakış açılarıyla cevaplar verilebilir elbette. Sanat, bilimden farklı olarak kesin ifadelerle konuşması imkansız bir alan olduğu ve herkesin de kendine göre sanat anlayışı olabildiği için burada konuyu somutlaştıracak bir aracıya başvuruyorum. Konuyu irdelemek amacıyla TDK'nin sözlüğünden yararlanacağım. "Bir duygu, tasarı, güzellik vb.nin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık.'' İki unsur burada çok önemli bir yer kaplıyor. Duygu ve anlatım. Duygunun ne olduğu sanatın kendisi gibi muallak olup sanatın bu muallaklığı bizzat duygudan aldığını düşünmekteyim. Çünkü yine bilim ile kıyaslayacak olursak herkesin kendi kütle çekim yasası yoktur. Bir tane kütle çekim yasası vardır ve madde buna tabidir. Böyle olduğu için herkeste farklı yansıması olan bir olguyu anlatmaya çalışacağız. Anlatmak ise diğer ayağı oluyor. Neyi nasıl anlatacağız? Bu cevaplar sanat kaygısı dediğimiz şeye vücut veriyor. Neden anlatacağız, sorusu ise kanımca gizli bir niyettir ve sanatı icra edenin kişileri kendi ruh haline çekme isteğinden kaynaklanmaktadır. Birçok sanatın din ekseninde geliştiği gerçeğini de göz ardı etmezsek az çok bir tablo canlanabilir.


Kabaca bir figür oluşturacak olursak din adamları tanrılarının inancını pekiştirmek için insanlara karşı ses çıkaran aletlerin desteğiyle belirli hareketler düzenine uyarak akılda kalıcı olması için kafiyeli sözler söyleyerek onlara birtakım hikâyeler anlatmıştır. İşte bu din adamı figürü bünyesinde edebiyat, tiyatro, müzik, dans ve daha başka sanat dallarının ilk hâllerini kullanarak insanlara duygular aşılama çabasında olmuştur.


Anlatmak istediğim şu ki sanat en temelinde bir duyguyu anlatma çabasıdır. Bu çabanın bize kazandırdığı şey yalnız olmadığımızı hissetmektir. Biri de benim gibi hissetmiş, biri de benim baktığım gibi bakmış, demek bize hayatta bir nebze de olsa teselli veriyor. Şöyle bir soru da sorabiliriz: Neden bunu doğrudan söylemedik? Neden ben sevgilimden ayrıldım, üzgünüm demek bizi hissetmekten öte düşündürüyor. Yine aziz dostum TDK'den yardım alıyorum. ''İnsanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma, lisan, zeban.''

Bir şeyi söylemek o şeyi hissettirmek değil, bilgi aktarımı aslında. Biri bize hüzünlü olduğunda hüznünü söylediklerinden değil ses tonundan, tavrından vb. şekillerle anlarız. Yani önemli olan ne söylediği değildir hissetmek için nasıl söylediğidir. Belki de bu yüzdendir ki bilmediğimiz bir dildeki yazıyı kesinlikle anlayamaz ama aynı dildeki şarkıyı hissedebiliriz. Hissettirmek sanatın işidir aziz okur. Nasıl yapılacağı ise tekniğidir.


Gelgelelim günümüze yaklaştıkça her sanat kendi içinde bir disiplin geliştirmiştir. Sanat erbapları, sanatını icra etmenin farklı tekniklerini geliştirmiştir. Bu teknikler ve eserler uzun süre belli kesimlerin elinde olmuş ve belirli amaçlara hizmet etmiştir. Hatta uzun zaman belirli kalıpların dışına çıkılmamıştır. 20. yüzyıla geldiğimizde ise sanat geniş kitlelere ulaşabilir, sanat icra etmek isteyen insanlar bir yolunu daha kolay bulabilir hâle geldi. Sınırlar zayıfladı. Bu durum da sanatın bir anda mahfazasından fırlayıp kontrolsüzce yayılmasına yol açtı. (Bunu kötü bir durum olarak kesinlikle düşünmüyorum, yanlış anlaşılmasın.)

Sanatın, çok uzun süre büyük oranda belirli ve seçkin zümrenin elinde olması, alt ve orta sınıfta sanatın bir lüks olduğu algısını yarattığını düşünüyorum. Kanımca sanatı elde etmeye başlayan bu kitlenin mensupları sanattan anlamanın onları seçkin hâle getireceğini düşünerek ve aslında üst sınıfa ait olduğu itibarını bırakmak ihtiyacıyla hareket etmişlerdir. Biraz daha basite indirgeyelim. 18. yüzyılda yaşamış olan Beethoven'ı dinlemek için insanların para verip konsere gitmesi gerek. Piyano dinleyebilmek için benzeri bir organizasyona gitmesi veya evinde piyano ve onu çalan birinin olması veya bu imkânlara sahip birinin evine gitmesi gerek. O zamanlar müzik dinlemek hem teferruatlı hem de bütçe isteyen bir iş. Teknolojinin gelişimi ise Beethoven dinlemeyi çok daha ucuz hâle getirdi. 20. yüzyılda evinizde artık yalnızca gramofon, radyo, kasetçalar vb. bir cihazla yapabilecek hâle geldi insanlık. Bu sefer -insanın doğasını da tahmin edebileceğiniz gibi- insanlar ne güzel herkes Beethoven dinliyor, demedi. Beethoven dinlemenin toplumsal hiyerarşiye ait bir kavram olduğunu düşündü. Bu tavır nedeniyle birçok sanatçı anlatmak istediği kavramın dışında veya çok ötesinde ele alındı. Böylece sanat artık sanatçıların meydana getirdiği eserlerden ziyade o eserlerin yankısındaydı artık. Çok popüler iki örneği herkes bilmekte: Frida Kahlo ve Franz Kafka. Öylesine popülerliğin odağı oldular ki artık kim oldukları, ne anlatmak istediklerinden öte onlar sanatın kendisi ve onları anlamak yüksek sanat duygularına sahip olunduğunun göstergesidir. Göreceğiniz gibi sevgili okur, sanata ulaşmak kişisel tatmin yerine toplumsal hiyerarşide basamakları tırmanmanın bir yolu olarak görülmüştür.


Şimdi size, eskiden her şey şöyle güzeldi, sanat böyle üstündü gibi kalıp ifadeler kullanacağımı düşünmeyin sakın. Çünkü günümüzün imkanları bir yirmi yıl öncesine göre bile çok daha iyi. Sanata ve sanat eserlerine ulaşabilmek, bu ulaşımın çok kolay ve ucuz olması bir nimettir. Fakat dikkat edilmesi gereken nokta sanat eserlerini inceler ve ona değer atfederken birilerinin sizin bu niyetlerinizden kötü niyetle faydalanarak yarar temin etmesidir. Yine bir örnekle devam edelim. Ben bir sanatçıyım ve namı müstear olarak kendime Sanat Sanatoğlu'nu seçiyorum. Bir metreye bir metre bir mermeri alıp duvara asıp altına da bir paragraf yazıyla "Bu insanlığın yalnızlığını anlatmaktadır." diyorum. Yüksek sanat duygularına sahip bir insan gelip diyor ki: Evet, Sanat Sanatoğlu herkes tarafından anlaşılabilir biri değildir. Bakınız kendisi anlıyor fakat siz bu yüksek zevkten mahrumsunuz. Sonra Sanat Sanatoğlu'nu anlamaya çalışıyorsunuz ama özünde duvara asılan mermerin hiçbir gayesi yoktu. Çünkü sanatçı bahsettiğim üzere anlatmakla mükelleftir. Anlatmadan anlaşılmayı beklemek ise neticesiz bir iştir. Sanat eseri size hiçbir şey anlatmadı, altındaki bir paragraf yazı anlattı. Ama siz toplumsal hiyerarşide aşağıda kalmamak için ben de anlıyorum azizim, demek istediniz. Görüldüğü üzere bu eseri ve sanatı Sanat Sanatoğlu yaratmadı. Siz zihinlerde var ettiniz ama bu onu çok kıymetli sanatçı, sizi ise sanatsever yaptı, ha bir de Sanat Sanatoğlu'nu muhtemelen epey varlıklı.


Size amacım burada bir ders vermek değil, bu haddim de değildir. Size bir şey anlatmak istedim çünkü anlatmadan sanat icra eden kişilerin bu tavrının modern sanat kisvesinde amiyane tabirle insanları kandırmak olduğunun bilincindeyim. Sanılmasın ki o pahalı ama ne olduğu belirsiz sanat eserleri sanat kaygısıyla çok yüksek meblağlara alıcı buluyor. Bu tamamen ekonomik kaygılardır.

Sanat, tek bir şekilde anlatılamayacak bir şeydir ama hep anlatılması gereken de bir şeydir. Bunun ayrımında kalınırsa sanatın ruha dokunan kısmı sizin ruhunuzu doyuracaktır.