kendini anlayan âlemi anlar derler ya. hep âlemi anlamaya çalışmakla geçmiştir yıllarımız. oysa kendimizi anlayış ve kavrayış konularında sıfır noktasındayızdır. yaşamayı idrak edememiş, umut etmenin tadını bilememiş, ağız tadıyla bir gün gülememişizdir. eğer derdimiz insanı anlamak, âlemi kavramaksa ve bu yolda biriktirdiklerimizi heybemizde taşımaksa bunu kısmen başarırız da. ne kadar çok fikir okuyup ne kadarıyla ortaklık kurabildiğimiz, hayata bakan gözlüklerimizin çerçeve sınırlarını çizer. fakat günün sonunda kendimizi anlayamamışsak tüm birikimimizi kapının ardında bırakır, öyle gireriz gönül evimize. karşımızda bir ayna, aynanın içinde yabancı bir çehre; birlikte geçirdiğimiz yılların ardından dahi hâlâ tanıyamadığımız bir yüz; yorgunluğun haleleriyle çevrili, uzaklara dalmış bir çift göz.


dışarıdaki her zerreyi itina ile düşünüp içerisindeki enkaza moloz yığmaya devam eden bir ayaklı kütüphane olsanız, bu ihmalin bedelini hangi kitabınızla karşılayabilirsiniz, tarumar ettiğiniz bahçeye hangi ulu sözlerle bir fidan dikebilirsiniz ki? hayata kendinizi kurban verdikten sonra kimin sizi kurtarmasını bekleyebilirsiniz?


https://music.youtube.com/watch?v=W5xEn1d0VE8&si=eSYaCI4FVlm5HNGk