Hanım filmini izledim, içim o kadar doldu ki yükünü, sıkıntısını, derdini kimseye çaktırmayan insanların hüznüyle kaldım öylece. Kimseden bir şey beklemeyen o kadar çok insan var ki bu yüzden belki de ağzı dili olmayan hayvanları göğsümüze basıp onlarla yaşlanmak istiyoruz. Sevgi gösterişe, beklentiye dönüştürülebilecek bir şey değil; insanın kendi samimiyetiyle alakalı çünkü. Filmde kadın öleceğini anladığı zaman yana yakıla iyileşmenin derdine düşeceğine kedisinin hayatını devam ettirebileceği bir ev arıyor. İnsana verilen en büyük armağan unutmaktır, zamanla herkes unutulur evet ama bir canlının sorumluluğunu aldığın zaman öylece gidemiyorsun. Hele ki başkalarından bir şey istemeye alışık değilsen döngüyü kendin sağlamak zorundasın. Her dışarı çıktığında dünyanın daha farklı bir yer olmasından bahsediliyor filmde, bu o kadar garip bir gerçek ki yakalamaya çalışırken trend olan her kavramı altında rezillik yaşıyor çoğu kişi. Kimse ben bunu severim demiyor, kıyafetten yenilen yemeğe kadar... Bu koşturmacayı yakalamayı umursamayanlara da her dönem bir lakap takılıyor sanırım. Eskiden övüldüğüm zaman utanır, kızarırdım, görünmez olmak isterdim o an bu huyumdan nefret ederdim sonra da, şu an gene bir şey değişmedi, utandığım zaman gene kızarıyorum ama artık bunu umursamıyorum o kadar. Bu huyumun topluma nasıl  bir karakterimin olduğunu gösterebileceğini düşünmüyorum çünkü ben hakkımı arayabilen bir insanım kendimi bildim bileli. Hiçbir kavramı inandığım/sevdiğim insanlara ispat etmek zorunda değilim. Zaten hepimiz farklı hayatlar yaşarken tepkilerimizin bile aynı olmasının beklenilmesi ne kadar adil olabilir ki?