pencerendeki manolyalara
maviliğe karışan dolunayda
sessizlik
ete kemiğe bürünmüşken
bir masal oku
teninde ölü doğan güvercinler gibi
kırık dökük intiharlar
boyasız
kızıl dudaklarından düşen kelimeler
uçurumu çağırır
hasret bir gece yarısı eliflenir
solar gider bütün renkler
kelebekler
yaşamını yitirir
ki bilirsin sevmek ölüm kadardır
bir derenin acımasızlığına terk etme
yüreğindeki çiçekleri
bu yarayı evin bilip
gururla taşı
her şeyin ortasında bir cennet vadet kendine
ah
bak neler istiğrak etmiş
kollarımdan avuçlarıma, göğsümden göğe
siyah, hasret ve çiçeksizlik
ki bilirsin hasret sevgi kadardır
gözyaşları masalları yarım bırakıyor artık
içimdeki
kırmızı neşterle
kendimi
söküp atamıyorum
karanlığın içinde var oldum
bundandır ruhumun geceye olan tutkusu
gövdemdeki ışıksızlığı yok etmek için
büyük bir yangın büyüttüm
üstelik taş parçaları etime saplanmışken
balkonumda
kışın acımasızlığına terk ettiğim fesleğen
çırılçıplak duruyor
fesleğenin gölgesi rüzgarla birleşip
içimdeki boşluğu doldurmuyor
bu yaralıyor beni
senin çiçeklerine
canımı armağan etmek isterken
kendi canımdan uzaklaştım
ama şimdi soysuzluğumu kabul ediyorum
ölü tanrılar doğuramıyorum
kutsal olan karanlığın sesidir bu sessizlik
bir bir alaşağı ediyorum
hasret eliflendiğinde kendime
küçük bir mezar bulmalıyım
var olarak devam ettiğim intiharıma
senin teninde deva bulmalıyım