Bu gün uyandığımda hava yağmurlu ve kapalıydı. Aklıma en eski kapalı hava anım geldi. Daha ilkokula başlamadığım zamanlardı. Yağmurlu havalarda gün yüzüne çıkan sümüklü böcekleri toplayıp satmıştım. Aldığım parayla cips alıp kardeşimle paylaştım. İçinde çıkan pokemon tasosunu hatırlıyorum. Balbazar.


Stefan Zweig "Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar" kitabında şöyle diyor: 'Bizim hafıza dediğimiz şey kanımızla beslenen ve onun dalgaları altında kalan tüm değişim ve dönüşümlerden etkilenen canlı bir organdır ve kesinlikle geçmişe ait duyguların doğal halinin ilk kokusunun ve en eski biçiminin korunduğu bir buzdolabı bir saklama aygıtı değildir'.

Her yazar gibi biraz haklı biraz haksız. 

Bence anları, anıları yazarken zihnimize kalbimizin nasıl attığı önemli. Hızlı atıyorsa biliyorum ki zihnimizdeki mermere kazımak için güçlü vuruyordur.

Burda benim değindiğim hatırmak konusu olan şeyler hatıralar, anılardır unutmak istediğimiz ya da yeniden yaşamak. Her hatırlamak unutmaktır.  Hani böyle bazen hatırladığımız bir anı her zamankinden daha fazla hatırlarız ve ne kadar unuttuğumuzun farkına varırız garip değil mi? İşin bir de şu boyutu var insan hayatta kalmak için tasarlanmıştır ve en büyük yardımcımız beyinimiz. Canımız acıtan öfkelendiğimiz şeyleri beynimiz sürekli hatırlatır ki dikkatli olalım. İşte bu yüzden unutmak da büyük bir nimet.

Farkına varmak, bilincinde olamak çoğu zaman olduğu gibi burda da başımızın belası biraz, kusura bakmayın karamsar bakıyorum ama ne yapayım hava kapalı.

Ekmeği düşürüp kaldırdığımızda düşerken ayrılan o küçücük kırıntıları görmeyiz bazen unutulur gider işte görmediğimiz kırıntıların farkına vardığımız an biraz rahatsız oluruz. Ama küçükler diye önemsemeyiz, farkına vardığınızda ne yapacağımıza biz karar veririz. Tıpkı hatıralarla ne yapacağımıza karar verdiğimiz gibi küçük veya büyük hatıraların üzerine basıp mı geçeceğiz ya da en ufak zerresine kadar önem ve saygı mı göstereceğiz.