Hayallerini

Özenlice katlayıp

Sandığa

Havluların arasına yerleştirdi.

Onlarla birlikte

Ümitlerini

Sevinçlerini

Ve gözyaşlarını da kilitleyecekti.

Sonra naftalin kokan hayatlar nereden

geliyor diye soruyorlar.

İşte onlar böyle yıllarca açılmadan bekletilmiş

sandıklardan

çıkıyorlar.


“Ah şu kadınlar beni öldürecek!” dedim kendi kendime. Şu kadınlar beni öldürecek! Bir komşu anlatıyormuş da anneme, kocasına bir laf diyecek diye ödü koparmış. Yok niye öyle dedin, ne demek istedin, sen ne saçmalıyorsun der, deli edermiş onu. Çok kıskançmış. Hatta annesine bile gidemiyor galiba zavallıcağız!?


Nedir diyorum erkekleri bu kadar üstünmüş gibi gördüren, kadınları da bu kadar aşağılıkmış gibi hissettiren? Bir insanın bir insana her alanda zulmettiği yetmiyormuş gibi bir de aynı evde görülen işkenceler, yaşanan işkenceden beter hayatlar, birinin diğerine hükmetme çabası ve diğerinin kendine hükmettirmesi. Öldürecek beni bu kadınlar.


Dünyanın bütün paraları bende olsa kadınlara dağıtırdım herkes kendisine istediği hayatı kurabilsin diye. Erkeğin kadına hükmü sona ersin. Aptal aptal kavgaları bitsin, bir diğerinin hayatına kastetme sebebi olmasın diye. Kadınlar olsa savaşları çıkarmazlardı. Ya da çıkarmamalılar. Belki onlar da yüzümü kara çıkarırlardı ama ne bileyim denemeye değerdi herhalde.


Ertelenen hayatlar üzerineydik. İptal edilen günler, aylar ve yıllar üzerindeyiz şimdi. Sanki ‘mouse’ ile çizilerek ‘delete’ e basılmış ve bir buçuk seneniz yok edilmiş peşinden de bir ‘sorry’ mektubu bile yollanmamış gibi. Hayatının satırlarından bu satır eksilecek ve sen kaldığın yerden devam ediyormuş gibi yapacaksın, ama mümkün mü? Bir satır eksilince anlam kaybı ve cümle düşüklüğü olmaz mı? Olacak elbette!


Çoktan pek çok cümle düştü bu hayatlardan da kaldıranı yok. ‘Seni seviyorum’la, ‘seni özledim’ düştüler ama ‘sana tapıyorum’ ve ‘sensiz yaşayamam’ öldü herhalde.


Sandıklardaki hayallere gelince onlar da ölü cümleler doğuruyorlar. Sıkışıp kalmışlar daracık bir alanda, ne dışarı çıkıyorlar, ne içeri yeni hayal alıyorlar. Kendi aralarında kavga dövüş, önce ben olacağım, hayır önce ben diye bağrışıyorlar.


Peki hayaller sandığa konur muydu? Bu en önemli kural değil miydi? Hayaller kurulurlar ve havaya asılırlar. Önce biraz kurumaları beklenir sonra cam açılır ve gökyüzüne karışırlar. Diğer hayallerle karşılaşıp gerçekleşme kuyruğuna girerler ve bekleşmeye başlarlar. Heyecanla, şevkle yaşarlar. Aralarına yenileri katılır. Kimileri gerçekleşir ve yeryüzüne inerler. Böylece devam edip giderler döngülerine.


Ya sandıktakiler? Önce hareket edemez olurlar. Sıkışıktırlar çünkü, her yanları uyuşur. Yeni hayaller gelir, kapıya vurur vurur giderler evde kimse yokmuş, derler. Onlar o havluların arasında kaldıkları yerden gökyüzünü dinlerler ve diğer hayalleri hayal ederler. Sonra bir gün gelir, sandık açılır. Havlular açığa çıkınca bir de bakılır ki, havluların üzerinde sadece hayallerin izleri kalmıştır!


Havluları yıkamayın diye bağırdıklarını duyar gibiyim. Bilseydim yıkamazdım. Şimdi hepsi birer sandık lekesi olan hayallerimi süpürmeye çalışmazdım.