Soğuk bir kış akşamı.

Dışarıda avuç içi kadar lapa yağıyor kar.

Işıldıyor yine de sokak lambalarının sarı ışıklarında.

Bilindik bir manzara dışarıda ve içeride.

Alabildiğine kar kaplı birinde.

Diğerinde odun ateşinin çıtırtısı bir şömine.

Dağ evi sanırım burası,

Örülmüş biraz taş, çokça ahşap ile...


Ben yalnızsam kitap okurum.


Değilsem

Pencereden karın yağışını izliyor olursun.

Amerikan tipi açık bir mutfak tezgahında,

İki kristal kadehe,

Kırmızıdan ziyade tam adı gibi,

Şarap renginde şaraplar doldururum...


Müzik ne güzel, duyuyorum.

Elevator to Heaven çalıyor.

Yedi çeyrek diyor Chris Bell,

Belki de on bir çeyrek.

Dışarıda kar üzerine düşen sarı ışıklar

Göğe de yansıtıyor aydınlığını.

Zaman kayıyor.


Keskin ayaz pencerenin diğer yanında,

Şöminede ateş,

Şaraplarsa ılık.

Sıcak, soğuk hepsi bir arada,

Kavramlar kayıyor.

Sessizce gelip

Ellerimden birini uzatıyorum sana:

"İçmek ister misin?"


Düş ile gerçeği bölen bir ses oluyor kelimelerim.

Duyuyorsun değil mi?


Bana çevirip yönünü,

Parmak uçlarını buluşturup parmak uçlarımla,

Alıyorsun iki zarif kristali birden,

Bırakıyorsun oyma ağaçtan bir masaya.

Uzun uzun izliyor gibiyim,

Kısacık bir an aslında elimden alışın…


Pencereyi aralıyor ellerin önce,

Sonra beni sarıyor,

Tutkulusun ve narin.

Ama daha çok tutkulu.

Ürperiyorum…

Eksi bilmem kaç Celsius,

Ve artı yüzlerce Fahrenheit

Aynı anda tenimde.


Kayıyor yine kavramlar.

Ellerin kayıyor belimde.

Sırtımı yasladığım göğsünde nefesinin ritmi,

Boynumda ise ateşi.

Sımsıkı kavrıyor avuçların göğüs kafesimi,

Aramızdan geçemiyor artık,

Ses bile…


Hava da olabilir bu,

Ses de aslında.

Karar veremem.

Aklım kelimelerde de değil üstelik.

Sıcacık bir gövde var;

Hemen bir soluk kadar yakınımda...


Bir zemin var evde,

Ahşap parkeler, çapraz döşenmiş.

Kayıyor ayaklarımız onun üzerinde önce,

Sonra zemin kayıyor, ayaklarımız üzerinde.

Elimden tutup

Gözlerine çeviriyorsun gözlerimi.

Dudaklarım,

Kıpkırmızı bir mumun mührü gibi,

Mühürlüyor seninkileri.

Parmakların kayıyor saçlarıma,

Saçlarımdan belime,

Belimden...


İşte şimdi, tam da şimdi

Anlamını buluyoruz çalan şarkının.

Cennete giden bir asansörde,

Belirsiz bir saatte,

Kapıldığımız bir ritim ile...

Chris Bell çalıyor,

Tekrar, tekrar ve tekrar.

O asansör sayısız kere inip çıkıyor,

Tekrar, tekrar ve tekrar...


Zifiri karanlık bir gökyüzü ile,

Milyonlarca ışıltı ile,

Sessizce bizi izliyor

Tanrı bile...

Karanlıkta bir kurt sesi,

Kara bir kurt uluyor,

Yankılanıyor sesi.

Duyuyor musun?


Asansör, hiç durmuyor.


Kurt ve keskin dişlerinde bir ceylan.

Bir ceylan düşün,

En güzelidir hepsi içinde gözleri...

Bir ceylanın son nefesi gibi;

Her tırmanış cennete.

Ölüm döşeğinde sanki,

İnlemesi...


Hadi,

Uyan şimdi, hayaldi bu.

Hissettiysen kurt gibi,

Ceylan gibi.

Bir şarkı söyle bana,

Bir şiir oku...