Eğer kendini özetlemesi ya da tanıtması gerekse Ekin, kesinlikle kendinden hayalet diye bahsederdi. 


Tabii, gerçek hayatında ona bu soruyu soracak biri ya da birileri olsaydı. Kendi kafa yapısına yakın, hemen hemen aynı türde şeylerden hoşlandığı kişiler olsaydı yaşamında. 


İşte tam bu esnada, gencin aklı yeterince dolu değilmiş gibi aklına bir başka soru geliyordu. Ben neyden, nelerden hoşlanıyorum? İdeal arkadaş kriterim ne? Anında bırakıyordu düşünmeyi. Kendini klavye ve ekranın ardındaki arkadaşlarıyla avutuyordu. 


Genç, derin bir nefes vererek kalktı ayağa. Boğazlı hırkasını ve eşofmanını giydi, telefonuna kulaklığı takıp şarkısını açtı ve odasından çıktı. ''5 dakika yürüyeceğim ben!'' diye annesine haber verdikten sonra da evden çıkıp kendini hafif rüzgarlı sokağa bıraktı. Kulağında her zaman dinlediği müziklerden biri çalarken etrafını gözlüyordu. Oraya buraya yürüyen, bir yerlere yetişmeye çalışan insanları izliyordu. Onlar hakkında sadece saliselik izlemine göre tahminlerde bulunmaya çalışıyordu. Bundan şikayetçi değildi genç, analiz yapmak ve tahmin etmek en büyük hobilerindendi. Hele hele bunu rüzgar koyu kahve saçlarını havalandırırken yapmak daha büyük bir neşe katıyordu ona. 


Yüzündeki hafif gülümsemeyle her zaman geldiği parktan içeri girdi ve banklardan birine oturdu. Beyni yine istemsizce düşünmeye ve analiz yapmaya başlamıştı ama bu sefer biraz daha farklıydı. Bu sefer yaptığı analizler yavaş yavaş bilinçaltı tarafından bir senaryoya dönüşüyor, gencin mutluluk hormonları salgılamasına neden oluyordu. 

Evet; gerçek olmayacak, kafasında kurduğu sahte bir senaryoyla. 

Düşündüğü şeyler yerini az önceki kelimelere ve koca bir farkındalığa bıraktığında gencin hem yüzü solmuş hem de mutluluk hormonları yerini aniden üzüntüye bırakmıştı. Genç; kollarının uyuştuğunu, nefes alamadığını hissetmişti. 


Uzunca bir süre bedenindeki uyuşuklukla oturdu orada. Beyni inatla onunla bir insan, rastgele bir insan tam o an konuşsa ne demesi gerektiğini prova edip senaryolar kurarken genç öylece oturdu. Parkta oynayan küçük çocukları, önünden geçen ve gülüşen arkadaşları izledi. Kulağında melodisine kadar ezbere bildiği şarkılardan biri çalarken artık siyahlaşmaya başlamış göz altlarıyla baktı etrafına. İnsanların bacaklarına sürtünen kedilere, ağaçlardan düşen yapraklara. Kapalı havaya... 


Sonra kalktı. Hırkasını düzelttikten sonra ellerini cebine soktu ve evine doğru ilerlemeye başladı. Tabii beyni, gencin az önceki durgunluğunu bile umursamamış, onun bir saniye bile dinlenmesine izin vermemişti. Bu sefer de neden kendini hayalet olarak tanımlamak istediğini sorgulatıyor, yine kendini aşağılayabilmek için malzeme çıkartmaya çalışıyordu. 

Sahi, neden kendini hayalet olarak tanımlardı ki? Annesi ve babasıyla arası iyiydi, toplum içinde kendini kabuğuna kapatmamayı öğrenmişti. Esnaflarla iyi anlaşıyordu, internet arkadaşları vardı, kimseyle yakın olmasa da ondan nefret eden yoktu. Neydi bu dramatizenin sebebi? Olayı bu kadar romantikleştirmenin anlamı neydi ki? O kendi kendine yetemeyecek kadar aşağılık, acınası biri miydi? 


Genç, hafif buğulanmış gözleriyle başını yerden kaldırdığında eve geldiğini gördü. Merdivenleri çıkıp gri dış kapıyı ittiğinde ise hem gözlerinin hem de kafasının içindeki bulanıklık anında kesilmişti. Hatta genç kendini enerjik hissediyordu. 


Sanki hiçbir şey olmamış gibi, bilinçaltı onu yerden yere vurmamış gibi, kendiyle bir iç savaş vermemiş gibi tıklattı kapıyı. Annesi kapıyı açtığında botlarını çıkardı ve kadınla yaptıkları ufak, tatlı atışmalar eşliğinde odasına çekilip bilgisayarının başına oturmuştu. Müzik dinleyerek anlamsız sosyal medya hesaplarında hiçbir değeri ve ifadesi olmayan insanların attığı aptalca postlara bakmaya kaldığı yerden devam etmişti.