Dün gece Müfit Bakkal'ın önünde hayaletin biri bir gölgeyi vurdu. Gölgenin göğüs kafesini delip geçti kurşun, Müfit Bakkal'ın girişindeki tahta kirişe saplandı. Tam olarak kulağımın beş santim yanına. Bir an sağır oldum sandım, sadece boğultular duyuyordum. Sanki denizin derinlerine dalmışım da insanların suyun üstündeki konuşmalarını oradan dinliyormuşum gibiydi. "Lan kim ateş etti lan! Onun bunun çocukları! Ekmek teknem lan bu dükkan benim!" diyerek dışarı fırlayan Müfit Bakkal, elinde sopa sandığı büfe salamıyla deli gibi sağa sola koşturup saldırganı arıyordu. Dakikalardır kapının önünde durmama rağmen beni yeni fark ederek hızlı adımlarda bana doğru yürüdü. "Sen gördün mü oğlum kimin yaptığını? Ah ulan! Belleyecem sizin yedi sülalenizi, bekleyin siz!" dedi. Duygu durumu o kadar hızlı değişiyordu ki panik ve merak ile başlayan bir cümlenin sonu sinir ve küfürle bitiyordu. "Gördüm abi," dedim bana hayatta inanmayacağını bile bile, "Hayaletin biri bir gölgeyi vurdu." Tam da beklediğim gibi gözleri fal taşı gibi açıldı başta. Sonra bir kahkaha patlattı. "Ya hadi bi' siktir git! Ne içiyorsan içme oğlum, yaramıyor sana." dedi. "Tövbe tövbe..." diye sayıklaya sayıklaya dükkana girdi. Halbuki Müfit Bakkal'dan daha ayıktım ben. Kendisinin her gece tezgahın altında bir yetmişliğini tek başına devirdiğini mahallede bilmeyen yoktu. Bilmiyordu işte, bilmediği için de göremiyordu. Bu dünyada gölgeler de vardı hayaletler de. Hatta onlardan çok daha kötüleri de vardı. 

Gölgeme dönüp "İyi misin?" diye sordum. Başını iyiyim anlamında yukarı aşağı salladı. Bu sırada hayalet çoktan buhar olup uçmuştu. Ellerimi cebime sokup otobüs durağına doğru yürüdüm. Sonra hiç olmayacak bir şey oldu. Durağa adımımı atar atmaz bineceğim otobüs durağa yanaştı. Tenha otobüsün arkalarına doğru ilerlerken bir ifritin yanındaki adamın ruhunu emdiğini gördüm. İfritlerin dehşet verici bir güzelliği vardı. Yanındaki adamı öyle bir büyülemişti ki adam ifritin uyluğuna soktuğu kuyruğunun farkında bile değildi. Zaten uçmuştu, gözü ifritten başkasını görmüyordu. İnsan katiline bu derece aşık olur muydu? Olurdu. Acıyordum adama. Ona deselerdi ki "Bak bu kadın aslında ifrit, senin ruhunu emiyor. İneceğin durağa varmadan kurutacak seni." diye, eminim ki "Kurutsun, iliğimi kemiğimi sömürsün, isterse metresi yapsın, isterse köpeği." şeklinde bir cevap alırdı. Sol yüzük parmağındaki alyans bunu kanıtlıyordu. İfritin karşısına oturup gözlerimi ona diktim. Beni gözünün ucuyla şöyle bir süzdükten sonra yemeğine devam etti. "Öhö öğhhhöööö!!! Afiyet olsun." dedim. Bu sefer kafasını çevirip şaşkın şaşkın baktı bana. Gözlerindeki şaşkınlık yerini korkuya bırakırken adamı bırakıp kuyruğunu bana doğru çevirdi. Beni avcı sanmıştı. "Korkma," dedim "Avcı değilim, yolcuyum." Otobüste ondan korkuttuğumu fark eden bu adam gibi üç beş kişi daha olsaydı beni otobüsün havalandırma kapağına asarlardı. Bu kadını korkutmayı bırak, gözlerinin dolmasına neden olmak bile ölüm sebebi sayılabilirdi. Her güzelin bir kusuru olduğu doğruydu. İfritleri bu kadar tehlikeli yapan şey de kusursuz bir güzellikle ve zarafetle donatılmış olmalarıydı. Bu dünyadaki en tehlikeli silahtı. Savaşlar ve sanat bu silahın çocuklarıydı. Neyse ki ifrit bana inanmıştı. Kuyruğunu yeniden adamın uyluk kemiğine saplayarak yemeğine devam etti. Tahminimde yanılmıştım. Adam benim ineceğim durağa kadar bile dayanamadı.

Otobüsten inip gideceğim mekâna doğru yürürken başka bir ifrit önümü kesip "Selam yakışıklı, geceni güzelleştirecek bir dosta ihtiyacın var mı?" diye sordu. "Gecemi güzelleştirecek birinin yanına gidiyorum, teşekkür ederim." dedim kibarca. "Emin misin? Bence geceni benim kadar güzelleştiremez." dedi ellerini kollarımın üzerinde gezdirerek. "Kuyruğunu görebiliyorum. O iğneyi başka birine sok, benden sana ekmek çıkmaz." dedim daha fazla uzatmamak adına. Bakışları gözlerinde dondu kaldı. O da muhtemelen diğer ifrit gibi beni avcı sandı. Birkaç adım geriledi Ardından kuyruğunu bana doğrultarak savaşmaya hazır bir şekilde benden gelecek bir tepki beklemeye başladı. Ona da diğer ifrite söylediğim şeyi söyledim fakat o bana inanmadı. Onun yerine kuyruğunu birkaç kez göğsüme sapladı. Ağır ağır yanına yaklaşıp elimi omzuna koydum. Korkudan titriyordu. Kulağına eğilerek "Ölüm herkes için gelir," dedim, "Ölümsüz olduğunu düşünenler için bile." O sırada etrafımızı saran kalabalığın içinden bir grup delikanlı ifrite rahatsızlık verdiği düşünerek olaya müdahil olma gafletinde bulundu. Neticede bu insanlar için o ifrit dokunmaya bile kıyılmayacak güzellikle masum bir kadındı. Tam içlerinden biri "Şşşt birader, n'oluyo lan burada!" diyecek oldu ki ifrit hemen araya girerek "Bir şey yok, eski sevgilim kendisi. Görünce bir an sinirlerim boşaldı." dedi ve kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek bir yalanı saniyeler içinde kalabalığa servis etti. Sonuçta bir ölüm meleğini avcı sandım diyecek hâli yoktu.

Mekânın kapısına geldiğimde sıcak bir koku çalındı burnuma Eda'nın kokusu. Pamuk şeker ve güzel yarınların birleşimi bir koku. Tam içeri girecekken bakkalın önündeki hayaleti gördüm yokuşun başında. Tam silahını bana doğrultacaktı ki elimi havaya kaldırıp ona durmasını işaret ettim. Yanına gidip paketimden iki sigara çıkararak birini ona uzattım. "Özür dilerim," dedim sigarayı yakması için uzattığım çakmağı siperleyerek "Bunun kişisel bir mesele olmadığını anlamalısın. Ben de emir kuluyum sonuçta." "Biliyorum," dedi derin sigarasından derin bir nefes aldıktan sonra "Biliyorum." Hayaleti orada bırakıp yokuşu indim. İçeri girdiğimde barın arkasında üzgün üzgün birasını yudumlarken buldum Eda'yı. Sanki varlığımı hissetmiş gibi başını kaldırıp bana baktı. Üzerindeki kara bulutlar dağıldı. Koşar adım geldi yanıma, sıkı sıkı sarıldı. "Kızdım sana, nerede kaldın?" dedi hayali saatini taktığı bileğine diğer elinin işaret parmağıyla hafifçe vurarak. "Özür dilerim," dedim, "Dünya hâli."