Gömleğinin düğmelerini bile tam kapatamadan daha, sağ elindeki anahtarla kapıyı kilitlemeye çalışıyordu; böyle hızlı, özensiz hareketler ona göre değildi ama olsundu, bir kereden bir şey çıkmazdı. Geceden hazır olan, paçalara doğru genişleyen, koyu gri, cepsiz kumaş pantolonu ve parlak beyaz ipek gömleği ve gece siyahı minik el çantasıyla çok şık ve alımlı gözüküyordu. Güzel kadınların alımlı gözükmesi için pek bir şey yapmasına gerek yoktur ama bugün önemli bir gün; iş görüşmesine gideceği için fazladan ihtimam göstermişti görüntüsüne, beyaz teninin üzerinde dikkat çekici bir kontrast yaratan çene hizasındaki küt kesilmiş siyah saçları, alabildiğine siyaha çalan ve sürdüğü rimelle daha da belirginleşen koyu kahverengi gözleri, uca doğru sivrilen burnu ve güçlü duruşunu yansıtan ince ama keskin çenesiyle çok güzeldi; bir bakanın bir daha bakmaması saçma olacak kadar güzeldi o gün. Kapıyı kilitledi, asansöre doğru yürüdü, kendisi üçüncü katta oturuyordu, on beşinci kattaki asansörün gelmesini bekleyene kadar hızlı adımlarla merdivenden inmeyi yeğledi. Tırabzanı tuttuğunda ellerinin terlediğini anladı, bu iş görüşmesi onu bir hayli heyecanlandırmıştı, 6 aydır işsizdi ve hem evde oturmaktan sıkılmıştı hem de hayatını tek başına yaşayan ve hâlâ hayalleri olan, artık genç diyemeyeceğimiz bir kadının çalışıp para kazanması gerekiyordu. Hayalleri olan insanların önüne böyle maddi sıkıntılar çıkması sık rastlanan bir şeydir, dünyanın birçok ülkesi hayalleri parayla satar vatandaşına, bu yüzdendir ki yarı zamanlı hayallere kavuşmak için tam zamanlı gerçeklere katlanmak gerekir. Uykusu daha açılmamıştı ama sabah duşta kafasından aşağı akan suyun altında bile bu kadar derin düşüncelere dalmamıştı; daha yüzeysel düşünmesi, rahat olması gerekiyordu, bunun için de ilk şart sert bir kahve içmesiydi. Çok uluslu yani ulussuz, vatansız şirketlerde çalışa çalışa sabahları içilen kahveye bağımlı olmuştu, kahveler de birçok ulustan geliyordu ama şirketlerin aksine bir ana vatanları vardı bütün kahvelerin. Bu sabah güzel bir Honduras kahvesi onu görüşmeye hazırlamaya yeterdi. Uzun düşünmelerle iki kat inmişti ancak hızlandı biraz daha, karşı kaldırımdaki kahveciye geçip karton bardağını almalı, ilk gördüğü taksiye bir tanıdığı görmüş gibi el ederek binmeli ve hayallerine kavuşmak için işi kapmayı hayal ettiği gerçekliğe ulaşmalıydı. Son düzlüğe geldi, elini kapı koluna uzattı, ilk adımını dışarı atarken kapıdan içeri giren rüzgar kısa saçlarını hafifçe havalandırdı, sağ kulağını meydana çıkaran rüzgar sanki yüzündeki güzelliği tamamlamak için esmişti, o an içine bir ferahlık geldi hızlı adımları koşmaya evrilmişti artık, iki adımda kapıdan çıktıktan sonra açık olduğunu gördüğü kahveciye doğru hafif tempoda koşmaya başladı, terlememesi lazımdı çünkü, yoksa görüşme rezalet olabilirdi; insanı hayatta tutmakla ve zevk almakla görevlendirilmiş olan burun, kötü kokuları da alarak diğer insanlara puan vermemize de yarıyordu sonuçta ve iş görüşmesinde kötü bir ter kokusu hiç iyi puan getirmezdi. Hafif tempo koşusuyla beş adımda ana yola çıktı, altıncı ve yedinci adım derken bir ses ve ardından bir karanlık oldu. Uzun yıllardır yedi adımda bu kadar uzun bir mesafe katetmemişti çünkü uzun yıllardır konforu yerindeydi, koşması hiç gerekmemişti, en sonunda attığı bu uzun adımların hayatını kısaltmasıysa tam bir ironi olmuştu, kısaltmak da değil hatta bitirmesi... Eski model bir Mercedes, kendisi gibi eski frenleriyle yola çıkmış ve aniden karşısına çıkan bu umutları tam eskimeye başlamışken tekrar canlanan kadının canını almıştı. Küt saçlı, güzel kadın yerde uzanıyordu, kafasının asfaltla birleştiği alan kanla beraber siyahtan kırmızıya dönüyordu; görsel olarak kırmızıyla siyah, bu güzel beyaz tenle kan rengi çok yakışıyordu ama böyle güzel bir kadına tam da hayallerine giden yolun arefesinde ölüm hiç yakışmamıştı. Kamerayı tepeye alıp olaya kuş bakışı bakabilseydik, eski filmlerden fırlamış soluk bordo renkli yıldız logolu Mercedes'i ve iki metre önünde, şekilsiz biçimde yerde uzanan dünyanın en güzel ölüsünü görüyor olacaktık. Hayallere araba çarpmıştı hem de gerçeklere bile varamadan.