Ilık bir hava ve hafif çiseleyen yağmur altında eve doğru yürüyorum. Yağmuru oldum olası sevmişimdir. Buruk bir mutluluk hissettiriyor. Kimisi için bu iyi olmayabilir ama benim için çok mutluluk verici. Her bir yağmur damlası, tıpkı yaşadığım binlerce anın zihnimden geçip gitmesi gibi sağımdan solumdan geçip aşağı düşüyor. Ya da ne kadar iyi ya da kötü olsa da unutamadığım anılar gibi bazılarının yolculukları benim üzerime düşerek bitiyor. Etrafta kimseler yok, sokaklar bomboş. Ve sonunda eve giden yolu bitirip eve varıyorum. İçeri gitmek istemiyorum. Yağmurda ıslanmak ve kendimle baş başa olmaya devam etmek istiyorum. Yağmurda durmaya ve ıslanmaya devam ediyorum. Bir ara kafamı kaldırıp yağmur damlalarını ayırt etmeye çalışıyorum. Bazıları aceleleri varmış gibi hızlılar, bazıları ise gayet sakin ve usulca kendilerini bırakıyorlar toprağın bağrına. Bu, o kadar hoş ve güzel geliyor ki çamura aldırmadan ben de oturuyorum. Birileri izliyor mu diye sağa sola bakıyorum ama çok şükür hâlâ yapayalnızım sokakta. Yağmur damlalarının bazen artan bazen de azalan hızı, aniden bir müziğe dönüşüyor. Hangi dilde olduğunu bilmediğim ama çok tanıdık gelen bir müziğe. Şarkı o kadar farklı ve mükemmel ki müzikten anlamayan ben bile bu berrak sesin ruhuma nüfuz etmesi için tüm bedenimle müziğin ritmiyle birlikte hareket ediyorum. Müzik öyle yoğunlaşıyor ve öyle etkiliyor ki beni, kendimi bir müzikalin başkarakteri gibi hissetmeye başlıyorum. Bilmediğim ve daha önce duymadığım kelimelere, anlam veremediğim bir şekilde eşlik ederken ben, ben olmaktan çıkıp başka bir varlığa dönüşüyorum. Kendi bedenimin tutsaklığından kurtulup dışarıya süzülüyormuş gibi hissetmeye başladım. Öyle ki kendi bedenimi dışarıdan seyredebiliyorum. Kendi evinin önünde asfalttaki çamura aldırmadan gözlerini kapatıp bağdaş kurarak oturan kendi bedenimi. Bu uzaklaşmayla beraber devasa bir hafiflik duygusu, tüm bedenimi kaplıyor. Her şeyi yukarıdan görmek tuhaf hissettirse de kesinlikle daha iyi bir bakış açısı sağlıyor. Her şeyi bulunduğun yerden görmeye çalışma ve bedeninin önemli bir özne olması nedeniyle sana sunduğu açılardan daha fazlasını göremeyen bir insan olarak bu yeni deneyim, kesinlikle heyecanlandırıyor. Ve elbette biraz da korkutuyor. Tüm o ihtişamımızın, onca yapının ve eşyanın yanında minnacık kalması ve bir o kadar da önemsiz oluşu, aslında dünyanın işleyen çarkındaki yerimizi de ortaya koyuyor. Müziğin sarhoş eden ve bir sobanın yanındaymışçasına bedene yayılan tatlı sıcaklığı, tüm bedenimi kaplıyor. Ve bambaşka bir dünyaya süzülüyormuşçasına gittikçe artan bir hafiflik duygusuyla beraber kendimden geçiyorum. Belli belirsiz bir ses duyuluyor, pencere pervazının açılmasına benziyor. Bana neden tanıdık geliyor diye düşünemeden annemin ''Orada çamura oturmuş ne yapıyorsun?'' diyen sesini duyuyorum. Aniden hayallerimin tatlı esirikliğinden sıyrılıp ayağa kalkıyorum. Zihnimdeki yepyeni karmaşalar ile. Hayli tuhaf ki zile basmadığım ve hiç benden haberi olmadığı halde annem, benim orada olduğumu biliyormuşçasına gelip pencereyi açıp benimle mi karşılaştı. Şüphesiz bu her neyse de beni korkutuyor. Eve girince yiyeceğim azarları ve söylenmeleri düşünmemeye çalışarak kapı otomatiğinin tıslayan sesiyle birlikte açılan kapıya yürüyorum.
*esirik: dalgın
*fotoğraf: francescoch