sessiz ol

uyuyan bir ekin tarlası,

bir bebeğin rüyası kadar sessiz ol

kafanı daya omzuma

kalbini hizala kalbime ki

sana kadim hikayeler anlatabileyim

ırmak olup da akabileyim gönlünün aydınlığına.


bir ağacı gövdesinden bıçaklamak için

kaç yaşamdan geçmeli?

serin sular, buğday ve bilgi

tırnaklarım ve geyiklerin boynuzu arasındaki farkı anlamama yetti.

ama hala bilemiyorum kalplerimiz neden farklı atıyor.

inanmak istiyorum-

sevgiye

nefese

hayata.



derken kalkıp gidiyorsun sen

benimle kalan ne ellerin ne kolların

benimle kalan ne aklın ne gönlün

bana bir hayal bırakıyorsun geride.

giderken ardında bıraktığın her adam

diğerine nispeten daha eksik.

tamamlayamıyorum artık,

aşkımı diri diri gömmeye çalışıyorum

ölüme bir hastalık demek geliyor benim içimden.

acı ve keder,

bir ağaca bıçak saplamak için nasıl geçmeli yaşamın içinden?


sana anlatmak istemiştim oysa

son bir dansa kaldırır gibi tutup ellerinden

gözlerini sımsıkı kapattığında gelen

rengarenk o garip dünyaya

bir seyahat planlamıştım.

daha önce ismi konulmamış bir çiçeği bulabilirdik beraber.

çatlak duvarlara dokunurduk

bir müjde bulurduk belki

bizim gözlerimiz hiç parlamayacak mıydı?


sana bir kitap olurdum,

her sayfasında biraz daha hızlanarak okuduğun

sana bir soru olurdum

cevabını tüm evrende bulurdun.

sana bir tuval olurdum

tüm kalemleri eline teslim ederdim sonra.

fakat duymak istemedin benden gelecekleri.

görmek istemedin

aynada görmek istediğin yalnız kendin miydi?

kalemleri eline teslim ettim fakat benim dokum her rengi kabul etmez.

cümlelerimin altını çizebilirsin fakat yırtamazsın yapraklarımı.

neden görmüyorsun beni, gözlerin niçin bu kadar sivri?



şimdi bir şiir fısıldıyorum mezar taşının dibinde

ölüyü uyandırmadan, onu çağırmadan

toprağını okşamak istiyorum

bir tohum atacağım

bir ağaç olacaksın

ölüme çare bulunmadığını anladığım bu gün

bir ağaç, başka bir ağacın yaşaması için feda edecek kendini.


ey aşk

ne güzelsin

yaşarken güzeldin, ölümünle de güzelsin