İyi veya kötü her ne yaşanırsa yaşanıyor ve hayat devam ediyor. Hayat üzerine çok fazla düşündüm, kendi penceremden gözlemlediğim ve deneyimlediğim kadarıyla onu ifade etmeye çalıştım. Hayatı anlamaya çalıştım, üzerine yazılar yazdım hatta hayat sanki bir insanmış gibi kafamda ona bir form oluşturdum ve kendisiyle sohbetler ettim. Kendisiyle ilgili olarak kesin olarak biliyorum diyebildiğim tek bir şey oldu; ağlayıp zırlayıp kafanı duvarlara vursan da, anı dondurup hep orada kalmak istesen de, hiç bir şey yapmayıp dümdüz dursan da bir şekilde hayat devam ediyor. Etmeyecek sandığım, eğer şu şu olursa hayatım biter dediğim zamanlar oldu. Her seferinde, bir şekilde, hiç yaşamak istemediğim zamanlarda bile zaman beni aldı bir noktadan bir başka noktaya götürdü. Sürüklenerek veya kendi isteğimle ama yine de bir şekilde kendimi o hayat akışının içinde buldum. Asla, özellikle de günümüz şartlarında vay efendim evrene olumlu mesaj gönderin, aman efendim söylemlerinize çok dikkat edin, şunu bunu yapın veya yapmayın diyemem. Hayatla ilgili tek bir tavsiye verme haddini kendimde görmem ve fakat yirmi beş yıllık hayat deneyimimle kendi adıma söylemek istediğim şeyleri de ifade etmeye çalışmaktan çekinmem. Yine de şuan tuşlara basarken bile 'ulan osur osur ipe diz misali hayat hakkında çok bi bok biliyomuşum izlenimi uyandırmasam bari yaa' çekincesi yaşayarak yazıp yazıp siliyorum. Aslında söylemek istediğim şey -çok klasik ama- bir şekilde güneşin doğduğu ve Sertab ablamızın 'bir çaresi bulunur elbet yarın yeniden yaşamanın' mottosunu benimsediğimdi.
Geçen kış okulu bırakıp bir iş arama sürecine girdim. Bu noktada ailemin bu kararımdan haberi yoktu. Arayıp sorduklarında, okuldayım, ders çalışıyorum, hocanın yanındayım telefonu açamam gibi tatsız yalanlarla telefonu hemen kapatmaya çalışıyordum. İyi kötü bir plan yapmıştım. İş bulacak çalışacak, sanatıma sepetime devam edecek bir yandan açıktan üniversite okuyacak, elimden geldiğince verdiğim karardan pişman olmamak için adımlar atacaktım. Okul benim tamamen bozulmuş, gitmeyi reddeden bir arabaydı, bu karar ise şimdilik ayağımı yerden kessin niyetiyle alınmış eski bir araç görevi görüyordu. En azından yol alacaktım. Kolay bir süreç olmadı. İş deneyimim yok, şunu şunu yapabilirim dediğim bir yeterliliğim yok, üniversite diploması yok, cepte para yok kısacası yok oğlu yok bir durumdayım. Nereye kadar ailemden saklarım konusu hakkında da herhangi bir fikrim yoktu. Arkadaşlarım finallere hazırlanırken ben kıytırıktan bir cv hazırlayıp her yere düğün davetiyesi gibi dağıtıyordum. Bir akşam bir gsm şirketinin çağrı merkezinde çalışan almak adına açtığı bir eğitime kabul edildim. Sevinçten havalara uçtum. Hemen bir sürü hayal kurdum. İş home office'ti. Evden çalışacak mesai saatleri dışında bol bol güzel vakit geçirecek harika bir hayata sahip olacaktım. Parası batsın, ilk etapta dar boğazdan geçsem de nasıl olsa ilerleyen zamanlarda kendimi istediğim konularda geliştirip eğitimler alıp bir şekilde kendimi geçindirebilecektim. Eğitime katıldım. Bir hafta sonra beni çağrıya soktular. Heyecandan dilim ağzımda dört dönünce karşıdaki adam ' abla sen ne anlatıyon yaa' deyip telefonu da kapatınca insan kaynakları daha önceden kırtasiyeden çıkarttırmış olduğum evraklarımı elime verip 'maalesef Gizem Hanım ortalamanın altında kaldınız' diyip beni postaladılar. Ağlayarak eve gittim. Pes etmek yok daha ilk deneyim bu olmaz başkası olur dedim aynaya karşı. Gerçekten de başka bir gün başka bir gsm şirketi yine çağrı merkezi için bir mülakatla beni eğitime davet etti. O an bu sefer tamam herhalde yaa diye düşünmüş olmalıyım ki anneme ve ablama part time iş bulduğumu, hem çağrı merkezinde çalışıp hem de okulumu bitirmeye oynadığımı, artık daha fazla onlardan para istemek istemediğimi bir şekilde hayatımı idame ettirme kararı aldığımı salık verdim. Babama ise hiç bir şey söylemedim, annem anlatır diye düşündüm her zaman olduğu gibi. Zaten hiç bir zaman babamla muhabbetim olmadığı için çok da bu konu üzerine durmaz gibi gelmişti ve fakat öyle olmadı. Bu olay olduğunda yarıyıl tatili zamanı gelmişti ve ben çalışacağım eğitim yüz yüze eve gelemem diyerek konuyu kendi içimde kapatmıştım. Eğitimin ilk günü eve doğru yola çıkmış giderken ablamdan bir paragraf mesaj geldi. Babam 'bu kız orada napıyor, transkriptini yollasın bakıcam diye tutturunca ablam benim aslında bir iki dersimin kalmadığını, almam gereken bir sürü dersim olduğunu söylemek zorunda kalmış. Babam da bunun üzerine fenalaşmış ve zor sakinleştirmişler. Aralığın dondurucu soğuğunda başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Ablam paragrafında babamla doğru düzgün konuşmadığım için sürekli arada kaldığını, kendisinin de bir sürü problemle uğraştığını, gelip bu konuyu çözmem gerektiğini gayet yerinde bir dille anlatmıştı. Babamı aradım açmadı. Transkript meselesi zaten beni korkudan çıldırtıyordu. Finallere girmediğim için son dönemin bütün dersleri FF'ti. Göstermem mümkün değildi. Ne bok yiyeceğimi bilemeden bütün duygusal fonksiyonlarım kilitli bir halde gsm şirketinin eğitim uzmanını arayıp annem trafik kazası geçirmiş gibi korkunç bir yalan söyleyip bir dahaki eğitime katılabilir miyim diye sordum. Kadın anlayışla karşıladı. Otobüs bileti alıp Bursa'ya ailemin yanına döndüm. Artık' evet sevgili ailem ben yedi yıldır sürdürmekte olduğum eğitim hayatımı sonlandırmış bulunmaktayım' konuşması yapmak zorundaydım! Aradan günler geçti. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu konuyla alakalı. En sonunda bir gün nefes alıp verme konusunda bile problem yaşayınca ablama olan biten her şeyi anlattım. Beraber üzüldük ağladık. Konu burada kapanamazdı. Asıl önemli nokta babamla konuşmaktı. Ablam haklı olarak her şeyi anlatmam konusunda bana baskı yapıyordu. Babamla öyle kopuk bir ilişkimiz vardı ki yıllarca birbirimizin halini hatrını bile sormazken şimdi böyle bir konuyu nasıl konuşacağımızı asla hayal edemiyordum. Velhasıl kelam bir şekilde o konuşma yapıldı. Sesim içime kaçsa da olan biten tarafımca anlatıldı. Karşı taraf anlayışla karşılamaya çalışsa da ara ara sesi yükseldi. Karşılıklı ağlaşıldı. Olaylar zor da olsa tatlıya bağlandı. Ben İzmir'e döndüm. Şirketin eğitimini tamamladım. Bu arada herkes annemin kaza yaptığını düşündüğü için geçmiş olsun dileklerini sunuyordu. Kaza nasıl oldu diye sorduklarında ne ehliyetim ne bir trafik bilgim olmadığı için ablamın tarif ettiği şekilde bir kaza tasviri çizmeye çalışıyordum. Eğitimden sonra oturttular beni masaya. Kafama bir kulaklık taktılar. Aha numaralar, aha bilgisayar aha da okuyacağın metin dediler. Bu insanlara bu internet paketini aha da böyle kakalıycan diye tarif ettiler. Tamam dedim heyecanla. Çağrıya bir girdim yok iki girdim yok ben o paketi satamadım arkadaşlar. İkna kabiliyetim olmadığı gibi çabuk ikna edilen biri olduğumdan almıyor musunuz ha oldu o zaman deyip telefonu keriz gibi kapatıyordum. Çağrıda ağladığım da çok oluyordu. Bazen müşteri üzüldüğümü anlayıp beni teselli ediyordu. Sayanı söveni, tehdit edeni, taciz edeni derken derken bir sattım, iki satamadım. Bir ikna ettim, beş ikna oldum. Bir buçuk ay sonra bir kenara çekilip artık sattın sattın, satamadın güle güle konuşması yapıldı ve oraya bir daha uğramamak üzere çıkıp gitmeme vesile olundu. Tabi bu sırada maaş için banka kartı çıkarttırmış, bankanın verdiği ve benim için yüklü bir miktar sayılacak limitli kredi kartına hayır dememiş yarısını almak istediğim bir eğitim için harcadıktan sonra diğer yarısını bir güzel yemiştim. Yemiştim diyorum ama adeta uçup gitmişti, nerede ne harcandı bir fikrim yoktu.
Artık deneyimim de var, bu ilk işimdi daha iyisi bulunur bak ne güzel bir yerden başladın gibi teselli cümlelerimi cebime koyup yeniden bir iş arama sürecine girdim. Bu arada babamla da daha sık konuşuyordum o da sık sık arıyordu ben de. Saygı ve sevgi çerçevesi içinde bir sohbetimiz vardı fakat aileme işten çıktığımı yeni bir kaosa neden olmamak adına söylemedim. İş bulduktan sonra söyleyecektim. Güvenlik ve alarm sistemleri satan bir şirketin çağrı merkezinde başladım. Bu sefer her şey daha kolaydı. İşyeri evime beş dakika uzaklıktaydı. Saatleri makul, maaşlar prim sistemi nedeniyle gayet iyiydi. Sosyal anlamda gayet keyifli bir ortamdı. Patronum dahil işyerindeki herkes o dönem oynadığım tiyatro oyununa beni izlemeye bile gelmişti. Yani iş ortamı gayet iyiydi de konu işin kendisi olunca problemler devam etti. Tek tek İzmir'deki bütün işletmeleri arıyor güvenlik sistemi almaya onları ikna etmeye çalışıyordum. Ve tabi ikna edilen ben oluyordum. Yine de tuhaf bir şekilde ilk iki ay iyi denecek satışlar elde etmiştim. Zaman içinde bunun bir başarı değil de bir şansa denk gelen satışlar olduğu son ay hiç satış yapamamamla anlaşıldı. Ben yine voltamı aldım çıktım gittim. Yazın tam ortalarıydı. Tekrar işsiz, beş parasız iş aramaya başladım. İşten çıktıktan birkaç gün sonra ablama ve anneme işten ayrıldığımı bildirdim. Babam ise hala en baştaki gsm şirketinde çalışıyorum diye biliyordu. Başvurduğum yerlerden dönüş oluyordu ama yine büyük bir hayal kırıklığı ile o yerlerden bir şekilde çıkacağımı öngörüyordum. Kiraya zam gelmiş, bir anda miktarı üç katına çıkmıştı. Kredi kartı borcum olduğu gibi duruyordu. Almak istediğim eğitimler için ne param ne de mental sağlığım kalmıştı. Hava dehşet sıcaktı üstüne anksiyeteden nefes alamıyor sabahları kan ter içinde göğsüm sıkışarak uyanıyordum. Tabiri caizse iş bulmak için her tuşa basıyordum olur olmaz her iş ilanı sitesine yardırıyordum.
Bir gün yine başvuru yaptığım yerlerden birine iş görüşmesine epey de umutlanarak gittim. Telefonda güzel bir maaştan söz eden adam bir yerel bir gazete ajansının sahibi olduğunu ve bir asistana ihtiyacı olduğunu söyledi. Söz ettiği miktar gayet iyiydi hem de gazetede çalışacak bir nebze de olsa kalemin defterin arasında hissedecektim. Sözlü tacizine maruz kalacağımı, kendimi ajans dediği iki göz ofisin içinden dışarı nasıl atarım diye düşünürken kafayı yiyecek gibi olacağımı bilemedim. O sıkışmışlık içinde tüm mantıklı düşünme yetimi kaybetmiş bir halde güzel bir işim olur umuduyla gittim ve korkudan ağustos sıcağında buz kesilerek çıktım oradan. Eve gidip annemi aradım ve yalanlarımı sıralamaya devam ettim. Güzel bir gün geçirmiştim. Akşam için patlıcan musakka yapmıştım. Şimdi de ev arkadaşlarımla hava almaya parka çıkacaktım. Anneme o gün hayatımın en kötü günlerinden birini geçirdiğimi, beş kuruş param olmadığını, birazdan kalkıp makarna suyu koyup ağlayarak makarna yiyeceğimi söyleyemedim. Yalanlar, başarısız iş deneyimlerim, parasızlığım, umutsuz ve çaresizliğim, keşkelerim, belkilerim boğazıma sarıldı. Bir kaç gün sonra bir akşam duşa girdim. Soğuk suyu beynime yedim diye heralde birden çat diye ben dönücem dedim. Bir kaç gün içinde pılımı pırtımı topladım eve döndüm. Bunları da aile evimden yazıyorum. Yedi yıl boyunca hayat biter, dünyam kararır, çıldırırım, ölürüm biterim diye diye kendimi sürekli uzaklaştırmaya çalıştığım, ne olursa olsan asla dönmem dediğim eve döndüm. Okulu bırakamam çünkü eve dönersem hayatım biter, okulu bıraktığımı söyleyemem dönersem hayatım biter, başıma ne gelirse gelsin ben İzmir'de kalmalıyım çünkü hayat hayat hayat! Hayat bitmedi arkadaşlar. Hayat devam ediyor. Ama öyle ama böyle, hayatım nefes aldığım sürece devam ediyor işte. Neden mi kaçtım bu evden bu kadar? Bu sorunun cevabını bir çoğumuz biliyor ve yaşıyoruz aslında. İnsan evinde bulamadığı huzuru başka bir yerde bulurum sanınca ve belki de bulursa geri dönemiyor, hayat biter sanıyor.