Bazen oldukça küçük meseleler uğruna kendimizi ve zamanımızı yitiriyoruz bu dünya telaşı içerisinde. Sanki ‘’yarınlar hep varmışçasına’’ koşturduğumuz yetmezmiş gibi, bir de ‘’yalnızca yarınlar varmış’’ gibi yaşıyoruz koskoca bir hayatı. Farkında bile olmadan bugün’leri yitirip gidiyoruz içimizde. Hani hep görmek istediğimiz bir yer vardır ya, kendimize türlü bahanelerle geldiğimiz ve ısrarla ertelediğimiz, özlemekle kalınan o yer… Ertelenen yollar, ertelenen sözler ve nihayetinde elimizde kalan ertelenmiş bir hayat.


Bir ayı biraz aşkın bir süredir ‘’hayat eve sığar’’ cümlesine sığınmış, ailemle bir arada, yalnızca kendimiz için değil aynı zamanda dışarıdaki insanlar için de izole olmuş hâlde bulunuyoruz. Ebeveynlerimin sağlık çalışanı olmaları sebebiyle bizim çatımız altında bu durum elbette biraz daha zor bir hâl alıyor. Her gün eve gelmelerini sabırsızlıkla bekliyorum desem yeridir. Bir keresinde babama sarılmak istemiştim ve o da bana biraz kızmıştı. Risk taşıdıkları için evin içerisinde bizden olabildiğince uzak duruyorlar. Akşam yemeklerimizi bir arada yemiyoruz, şartlar düşünüldüğünde bunlar normal şeyler, elbette anlıyorum. Fakat şartların normal olmadığını söylemem gerek. Akşam yemeklerimizi ayrı yemek büyütülecek bir şey değil, daha kötü sonuçlar olmaması adına tabii ki. Fakat beni asıl üzen, biz aynı çatı altında yemeklerimizi dahi ayrı yiyorken dışarıda bilinçsizce hareket eden insanlar görmek.


Her şeyi göze alıp çalışan, çabalayan sağlıkçılar; her gün marketlerdeki rafların tekrar tekrar dolmasını sağlayan insanlar, çöplerimizi toplayanlar, ekmek yapanlar, hayatın bir şekilde devam etmesi için dişini tırnağına takıp emek harcayan herkes… Bir mucize mi istiyorsunuz? Öyleyse sokağa bakmanız yeterli. Mucize bizde saklı. Günlerce evden çıkmayan ve kendini yemek pişirerek mutlu etmeye vermiş ya da belki sabahtan akşama kadar aylaklık eden fakat evden hiç dışarı çıkmayan gençlerimizde... Bilgisayar başında oyun oynarken zamanın nasıl geçtiğini anlamayan fakat evinde oturan haylaz çocukta. Mucize pencereden dışarı bakıp güzel günlerde buluşmayı bekleyenlerde. Mucize, dört gözle eve dönmesini beklediklerimizde. Mucize içimizde!


Tüm bu emekler elbette ki büyük bir sebep uğruna. ‘’Hayatı daha fazla ertelememek’’. Hani gitmeyi hep istediğimiz o yer varya, işte hepsi başımızı alıp o yere gidebilelim diye. Her şey bittikten sonra, güzel günlerde buluşabilmek için tüm bu çaba, bu direniş. Yolda yürürken köşede baloncu amcayı gören çocuğun yüzündeki o kocaman tebessüm ve balon alalım, ısrarları için. Seneler sonra bir araya gelmeyi dört gözle beklediğimiz o eski dostlar için. Balkonumuzda sevdiklerimizle birlikte içebileceğimiz acı kahveler, tatlı sohbetler için. Hani özür dilemeye bir türlü cesaret edemediğimiz o kavgalarımız var ya, işte onlar için biraz da. Özür dileyebilmek için. Karşımızdaki kişinin yüzünde oluşan tebessümle birlikte ona kocaman sarılabilmemiz için. Biz uyurken en yakın arkadaşımızın kahvaltıyı hazır edip ‘’çayı pek demlemedim sen açık seversin diye’’ deyişi için. Kahvaltıdan sonra ‘’yaa bi sinemaya mı gitsek acaba’’lar için. Yeni bisiklet rotaları ve yolun sonunda paylaşılan çikolatalar için. Varmak için değil, yolda olmak için. Sınav zamanları kendimizi masa başında ağlarken bulduğumuz ve ‘’sınavdan sonra kesinlikle şuraya gideceğim, şunu yapacağım’’ hayallerini yeniden kurabilmek için. Komşularla birlikte taburelerimizi kaptığımız gibi sokaklara atıldığımız serin yaz akşamları için. Sokakta yürürken gördüğümüz her kedinin başını okşayabilelim, sonra yanımızdaki kişinin koluna girip ‘’ne güzeldi suratı di mi ama’’ diyebilelim diye… Söylenmemiş sözler, gidilmemiş tüm o yerler, özlenenler ve keşkeler için. Her şey sizin için, bizim için. Dünyanın sonunu kendi ellerimizle yazmayalım, mucizeler emek ister. Hayat ise, ertelenmemek.

Her şey bittiğinde, güzel günlerde buluşmak için.

Hoşça kalın.