Gün gelir, çocukluğunda renk renk şatolarla dolan şehir simsiyah olur, kararır gözünde, şehrinin o mutlu insanları gider, koygun yüzlü insanlar gelir karşına, sessiz sedasız yaşarlar hayatta, kimsenin umurunda olmadan, kimseyi umursamadan ve karartarak şehirleri. Oncalarının arasında yalnız, tek başına ve mutsuz... Tek kişiye mahkum kalır insan şehrinde kabir azabını yaşarken, hicran içindeki gözlerle kalabalıklar arasında bir başına. Sanki şehir iter seni, istemez kalmanı ve baskılar seni, sanki gökyüzü daralıyor, binalar üstüne devriliyor ve insanlar yamyam gibi üstüne geliyor artık gece tek dostun olmuş, uykusuz geceler. Sadece karanlık salt yaşamak .
Onunla birlikte hayatbilr farklı. Renk renk her yer gene, şatolarla dolu şehir sanki insanlar her zamankinden iyi, hayat olmuş gül bahçesi... Her yere neşe, renk, mutluluk geldi. Ölümün sessizliği gitti, gözlerinde başladı tekrar hayat. Giderse tekrar gazabına dönecekmiş gibi hissediyorsun. Biliyorsun. gitmeden istiyorsun bir kez daha bakayım ama hayır... Bir türlü doyamıyorsun. Onsuz olan bir yaşam eğer crhennemse, ne gerek duyuyorsun ki buna hayat demeye? Sadece yaşamak: ruhsuz, cansız, renksiz ve onsuz, sadece hüzün, yeter mi ki hayat demeye? O mutlu, sen mutlu; Hayat denen şey işte buradaki aşkta gizli. Yoksa hayat kalabalıklar içinde hicran...