Bundan yirmi yıl öncesine gidebilsen o çocuğa ne tavsiye ederdin diye sordu geçen kafede otururken bir arkadaşım. Sigaramız bitmek üzereydi, kalktık, tüm centilmen herifler gibi bir kadına hesap ödetmeyeceğim diye atıldım ama on dakika önce tuvalete kalkma bahanesiyle kalktığında hesabı ödeyivermişti. Hafif kızarık yanına döndüğümde pis pis sırıtıyordu; siyah, uzun saçları omuzlarından sırtına uzanıyordu, hafif dalgalı, ona en çok yakışan model buydu, sevdiğimi nereden biliyordu, merdivenlerden inerken soruyu yineledi. Unutmamıştım ama cevap için zaman kazanıyordum belli ki...

"İlginç," dedim. "Ben de eskiden hep zamanda geriye dönme oyunu oynardım. Sen sorana kadar bunu bıraktığımı veya artık dönmek istemediğimi fark ediyorum şu an. Ama dönebilseydim o çocuğu, genci, adamı, nerede bulabilirdim ki...

Belki gündüz mütemadiyen fakültede derslerde, bir erkeğe on erkeği düştüğü mühendislik fakültesinin her sene badana kokan amfilerinde çünkü duvarlara kopya yazıyorduk ve her sene badana yapmak zorunda kalıyorlardı; bizim termodinamik, ısı transferi ve kendi alanımıza ait onlarca derse ait, hocalarda bile olmayan ders notları duvarlarda sanat eseri, biraz kargacık burgacık, olarak arz-ı endam ediyorlardı. 

Amfide değilse ders arasındadır ve muhtemelen yeni tanıştığı kişilerle hararetli bir langırt kapışmasında olurdu. O yıllar langırtta ünüm fakülte sınırlarını aşmıştı. Bu hengame biter ve gün noktalanırsa akşama ne yapsak faslı başlardı. Belki bir pub veya bistro kafede o yılların meşhur oyunları Tabu veya Monopoly (Hala meşhur ama o yıllarda bana daha popülerdi gibi geliyor, veya öyle düşünmek istiyorum.) oynamaya gidilebilirdi. Oyun öncesi veya sonrası dadandıkları kumpircide kumpir yiyor olabilirdi. 

Gece ilerlediğinde Alsancak'ta veya Bornova'da kalmışlarsa izbe bir barda tepinirken bulabilirdim, o yıllarda sürekli çalınmasını istediğimiz ve tepinmekten ayrı bir zevk aldığımız ve dilimde hala viski tadı bırakan Talking Heads'in o şarkısı çalıyor olabilirdi:

"Psycho Killer

Qu'est-ce que c'est?

Fa-fa-fa-fa, fa-fa-fa-fa-fa-fa, better"

Hafta sonu Karşıyaka'da veya Alaybey'de bir sokak kavgasının içinden çekip almam gerekebilirdi, basketbol sahasında futbol oynayan andavallardan (Küçükken andavul derdim ve ablam çok gülerdi, bana bu kelimeyi neden öğrettiğini hala merak ederim.) bazen dayak yerken, bazen de hastanelik ettiği bir genci taksiyle hastaneye yetiştirmeye çalışırken bulabilirdim. 

Cumartesi akşamları ablamla vakit geçirdiğimiz zamanlardı, Anadolu Ateşi - Dansın Sultanları, Bana Bir Şeyhler Oluyor gibi gösteriler veya Sezen, Leman Sam, Zülfü Livaneli, Zuhal Olcay gibi konserlerden ön sıralardan bilet alırdı bana da. Sezen'in bu kadar komik olabileceğini düşünmemiştim. Ya da Sevil Berberi ile başlayan şimdi adını anımsayamadığım Operalar... Karşıyaka Oda Tiyatrosu, Konak Atatürk Kültür Merkezi veya bazen Bornova Belediye Tiyatrosunda ağzı açık, oyuncuları izlerken bulabilirdim o genci. 

Sınav zamanı değilse hafta içi kaçamaklarına bakmam da gerekebilirdi. Karşıyaka'da bir sinemada koltuk altında bir hatun, film yerine onu izlerken veya Balçova' da teleferik gökten süzülürken Casanova misali manzarayla karışık, kucağındaki hatunu içerken...

İnternet kafelere, vapurlara, otobüslere, metrolara, duraklara (ki ne çok beklemiştir o duraklarda), evde bir aile kavgasının ortasında odasına şiir yazmaya giderken çünkü o adamın hayata küfür ediş biçimi buydu. Ya da şöyle fidan boylu esmer, uzun saçlı bir İzmirli hatunla kimsenin gitmediği ve biletlerinin neredeyse bedava olduğu (Genelde Konak'ta bir sinemada yakalardık.) Avrupa Sineması'ndan ödüllü filmlerini izlerken yakalayabilirdim. O çocuğa, gence, adama söyleyecek pek bir şeyim olmazdı sanırım çünkü hayatı karışıktı ve birkaç yıl sonra daha da karışacaktı. Ama o esmer hatunun kıymetini bilmesini isterdim."

...

Sözlerimi tamamladığımda arkadaşımın usul usul ağladığını fark ettim. Ben ağlayamıyordum uzun zamandır ama duygulanmıştım son kelimelerimi ağzımda ezerken... Ona dönüp iyi ki geldin bozkırıma İzmirli dedim çünkü bana İzmir'i ve o genci hatırlatmıştı. Bu küçük Anadolu şehrinde güneş isteksizce batarken ilk defa beni dudaklarımdan öptü ve sanki bira içmiş de ağzında köpük kalmış gibi, hafif jelatinli bir sesle seni öpmeden ölmek istemiyordum eşek herif dedi. 

Mavi trenle İzmir'e doğru uzaklaşırken o çoktan çocuklarına, işine ve hayat arkadaşına konsantre olmuştu bile. Ben mi... Ben yalnızlığımın son kalesi olan sokaklarıma döndüm, cebimde emektar Fort'umun anahtarı, 2 TL yirmi beş kuruş ve bir tane porselen bilye...