Ece Temelkuran tarafından yazılan bu kitap bir şiir-metin kitabıdır. Kitap; düğümler, çözülmeler ve nihayetinde iç- bizatihi kendisi olarak üç bölümden oluşmuştur. Her bölümde anlatılmak istenen çok tatlı sözlerle süslenmiş değerler vardır. Kitabı okumaya başladığınızda her şeyden önce kendi iç’inizde bir takım değişiklikler fark edebilirsiniz. Hayat içerisinde yaşanılan her duruma verilen gerçek tepkilerin kişinin kendi iç’indeki iradesinde bittiği görülebilir. Aslında Ece Temelkuran’da düğümler bölümünde bunu anlatmak ister, aşk, acı, korku duygularının yer aldığı yaşantıları kendi iç iradesine bağlar. Bu tecrübesini de okuyucularına başarılı bir şekilde aktarmıştır.


“Her parçalanan oyuncak “tamir edildiğinde” bir parça fazla gelir. Sen “tamir edilemez” olansın.”


“Hep göreceksin, hep duyacaksın, hiç anlamayacaksın. Bu yollardan geçmiş diğerleri gibi.”


“Kalabalıkların hoşuna gidecektir biz yanarken çıkan alevler.”


Çözülmeler bölümünde kendi iç’imizi açmayı yani hayatın zor dönüm noktalarında sergilememiz gereken tavırları öne çıkarabiliriz. Öfke, kin, nefret ve kıskanç… bir duygu bile fazlaca gösterildiğinde tüm dünya yıkılır. Ancak bu duygular saflık, fazla iyimserlik gibi duyguların önüne daha fazla çıkar. Çünkü insanı en mahveden şey “hayır” diyememektir. Bazen bir türlü o “keşke” denilen durumlar akıldan çıkmaz, anımsanılan ve asla unutulmayan yaşantılar arasına girer. Sabır duygusu taştığı zaman bir hayvan bile insanın yanında masum kalabilir. İnsan psikolojisi gerçekten çok inanılmazdır, yeri gelir ihanet eder ya da yalan söylemeyi huy edinir. Yeri gelince de bir melek gibi ihtişamlı görünür. Saldırgan ve içinde hep öfke taşıyan insanlara baktığımızda bunun en büyük sebebinin yaşadığı çevrenin ya da tamamen aile baskısı desteğiyle yaşanan olaylar olduğunu gözlemleyebiliriz. Çünkü insan doğduğunda, büyümeye yavaş yavaş başladığında ve çocukluk dönemlerinde birer melek gibidir, onu kötü bir kişiliğe büründüren etken ailesi olabilir ya da çevresinde uğradığı zorbalık. Kötü bir kişilik diye başladığım cümleyi biraz daha açmak isterim ancak sadece “kötü bir kişilik” tanımı için. Bir insan sadece birine zarar verdiğinde kötü biri olmaz: kıskandığında, mükemmelliyetçi olduğunda, inatlaştığında da kötü biri olabilir. Çünkü bu kişilik özellikleri kişinin geleceğinde sadece eksi olarak kalıp kurtulması mümkün olmayan birer huy haline gelecektir. İntihar etme isteği duygusu da bu grup içinde sayılabilir. Ancak intihar biraz daha sınırı aşan bir duygu olduğu için biraz daha farklı bir grup bazında değerlendirebiliriz.


“Ama işte, yine de yeniyim ben. Olmakla ölmenin neşeli aralığında.”


“Zehri taşımak çok daha zehirlidir zehirlenmekten.”


“Fakat… Fakat taş olmaya, taş gibi olmaya gelirse yaşdaşlarım kadar bende bilirim bunu. Öyle bir katılaşırım ki hiçbir acı uğrayamaz yanıma. Bir taşın çıldırtan sabrını taşırım bende. Sıra taş olmaya, taş gibi olmaya gelirse yani… Bakın işte, meydan okuyorum yine. Ama biliyorum ki tutuluşa zaten dahildir, hem de en dahildir öfke.”


Son bölüme geldiğimizde “öğretmem gerekenleri öğrettim, işte gidiyorum ve sana bol şans diliyorum” diye de tanımlayabiliriz. Bu bölümde son kez iç’inizi tanıyor kendinizi bu kitaptan sonraki hayatınızda daha güçlü hissedebilirsiniz. Ece Temelkuran bu bölümde baskın olarak “konuşmalara katılmak” fiilinden bahsetmektedir. Ben konuşmalara katılmak demesini daha çok “hayata atılmak” olarak anladım çünkü konuşmak zaten en önemli iletişim aracı ve biz insanlar hayatın her anında dilediğimiz zaman konuşur anlatır ve dinleriz. Birkaç şey anlatmak bile insanı yeri gelince çok iyi hissettirebilir. Birileriyle tanışmak, sohbet etmek bile çok güzel olaylardır. İnsan en çok da başkalarına kendisini anlatırken mutlu hisseder, ya da kanıtlaması gereken mevzular olduğunda o anki kazanma hırsı onu baştan aşağıya bir çılgına döndürebilir. Ece Temelkuran’ın kitap boyu en çok da kendisine ithaf konuşması çok etkileyiciydi. Kendi hayat üçlemesini bir kitap haline getirmesi hayatın sanatsal bir kılavuzunu anlatmak gibi. Bu tatlı kılavuzu herkes okumalı!


“Gidiyorum. Çünkü başka türlüsü senin için imkansızdır. İnsan içiyle yaşayamaz çünkü hep. Çünkü… Hayat yeterince zordur işte. Bir de düşün ki hep içimizin diliyle… Gidiyorum. Birbirimizin kanıtıyız çünkü biz. Ben senin kanıtım ve artık varlığımı hatırlatan bu sözleri sonlandırmalıyım.”

 

“Gidiyorum ben. Çünkü insan içine çıkamıyorsun sen. Büzüştürmek gerekiyor ruhu, içi ezmek gerekiyor katılmak için konuşmalara. Ah! Katılman gerekiyor konuşmalara.”


“Gidiyorsun, senin kalbinim. Ölüverme diye sen, gidiyorum ben. Ben iç’inim. Gidiyorum. Bu sözlerin edildiği dili senden alıyor, cümleyi burada bitiriyorum.”


Kaynakça

ÖZDEMİR, S. (2021). Kıskançlık Olgusu ve Akademik Örgütlere Yansıması. Süleyman Demirel Üniversitesi Vizyoner Dergisi, 12(30), 652-676. https://doi.org/10.21076/vizyoner.806859


SOYKAN, Ç. (2003). Öfke ve Öfke Yönetimi. Kriz Dergisi, 11(2). https://doi.org/10.1501/Kriz_0000000192