Otobüsteyim. Trafik sıkışık. Araba santim santim ilerliyor. Cebimde telefondan korsan pdf indirdiğim (evet itiraf ediyorum) Kinyas ve Kayra var. Daha önceleri de Hakan Günday romanları okudum. Kinyas ve Kayra’yı ise merak etsem de sayfa sayısının çokluğu sebebiyle başlamamıştım. Asansör dördüncü katta durduğunda otobüs de trafik yüzünden durmuştu. Okumaya başladım. Romanı günler boyunca elimdeki telefondan okudum. Elimdeki ekran bir karadelik olup romanın içine çekiyordu. Kitabı beğenmiştim. Kafamın içinde taşıdığım ‘En Beğendiğim Romanlar’ rafında Tutunamayanlar, Suç ve Ceza, Yeni Hayat gibi romanların olduğu yere yerleştirmiştim.


Yeni bir şehre taşınmıştık. Lise sondaydım. (Şimdi hesaplamaya çalıştım. Neredeyse sekiz sene olacak.) Sağlık meslekteydim. Acil Tıp Teknisyenliği… Staj için gittiğim hastaneye yetişmeye çalışıyordum. Geç kalırsam imza atmayacak bir sorumlu hemşire vardı. Otobüs ilerlemiyordu, Kinyas ve Kayra birbirlerinin kafasına silah dayayıp zorla yazı yazdırıyorlardı.


Taşındığımız şehri hiç sevmezdim. Babam tayin istediğinde karşı çıktım. İtirazlarım hiçbir işe yaramadı. Taşındık ve korktuğum ne varsa yaşamaya başladım. Zaten çok da arkadaşı olmayan biriyken, doğuduğum, beni büyüten ve bu şehre yolcu eden memleketimle dalga geçenlerin arasına düşmüştüm. Arkadaş, aşk, kabul görmek… Hiçbiri yoktu. Tutunduğum tek şey stajdı. İşimi çok istekli yapıyordum. Geri kalan her şey ise burada anlatmak istemediğim bir depresyon karadeliğiydi.


Stajdan geliyor, uyuyordum. Okulda uyuyordum. Uyumadığım anlarda ise kitaplara kafamı daldırıyordum. Kafasını havaya kaldırdığınızda boğulan, suya daldırdığınızda az önceki boğuluşunu unutan bir balık. O balığın su yerine kitapları olan hâliydim.


O gün staja zamanında yetiştim. Kitabı okumaya devam ettim. Poliknilikte beş dakikalık oturacak vaktim olsa elim telefona gidip Kinyas ve Kayra’yı açıyordum. İşin garibi, daha önce zihnimden geçen bazı düşüncelerin kitaptaki karakterlerin ağzından çıkmasıydı. Örneğin Platon’un Devlet kitabını hiç sevmezdim.


Kitaplara sekiz yaşımda Küçük Kara Balık’la karşılaştığımdan beri tutkuluyum. Kim ellerinde bir kitabı tutup ‘Bu kitap hayatımı etkiledi.’ ya da ‘Bu kitap hayatımın kitabı oldu.’ sözünü söylese sözün sahibini kıskanırdım. Sözü söyleyenlerden daha çok kitap okuduğumdan emindim. Hani neredeydi hayatımı etkileyecek kitap.


Cevabını yine staja yetişmeye çalıştığım otobüste, arka kapının önündeki direğe sol elimle tutunmuş sağ elimle telefonda Kinyas ve Kayra’yı okurken buldum. ‘Kinyas’ın Yolu’


Buralardan kaçıp gitmek istiyordum. Öfkem burun kırmak istiyordu. Boğuştuğum mutsuzluk, karamsarlık ve depresyon (üçü farklıdır birbirinden sıklıkla karıştırılırlar) bazen sırayla bazen birlikte yumruk tekme girişiyordu göğüs kafesime. Dünya’yı terk edesim çoktu.


Ve Kinyas yaşamayı seçiyordu. Kinyas geri dönüşü seçiyordu. Müzisyenin sesini çok ince bulup beğenmediğim ‘Yaşamaya Mecbursun’ şarkısında ağlıyordu. Kinyas hayatı seçiyordu. Kinyas toplumun bir ferdi olmayı, ailesini seçmeyi ve yöntemleri kendine has olsa da arkadaş edinmeyi seçiyordu.


Kinyas, onsuz olmak yerine onunla okyanusun dibinde olmayı tercih edeceği kadını reddediyordu. Bu kısım romanda nefesimi tuttuğum kısımlardandı. Çünkü Kinyas (artık eski adı olan Tolga’ydı), Efla’yı öyle bir anlatmıştı ki onun evlendiğini duyunca kırıp parçalamadan geri gidebilmesi her şeye rağmen hayatı seçişini gösteriyordu. Ardından kulağına yaklaşıp ‘Kinyas!’ diye seslenen ne varsa ‘Hayır!’ diyordu.


‘Kinyas’ın Yolu’ hayatımı etkileyen romanı bulmuştum o yolda.


‘Bu kitabı basılı da almam lazım, altını çizerek okumam lazım.’ Dedim. Sıfır hâli pahalı geliyordu. Şehrin, ikinci el kitaplar da satan birçok dükkanın bulunduğu iş merkezine gittim. Kapı kapı dolaştım. ‘Yok.’ Bir dükkanda kitabı buldum. Ve o ş.siz herif (neden böyle dediğimi anlatacağım) kitabı sıfır hâlinden yanlızca on beş lira eksik verdi. On beş lira o zamanınlar üç günlük okul yolu paramdı ve değerliydi.


Kitabı aldım. Bir kez daha altını çize çize okudum. Dünya dönüyordu. Sürükleniyordum. Sürüklenişimde eşlik eden iki arkadaşım vardı. Pek iyi arkadaşlar sayılmazlardı ama arkadaşımdılar. Kitaba elim yapışık yaşadığımı fark eden kuzenim ‘Bıkmadın mı artık?’ diye soruyordu. Bu soruyu şimdi de cevaplayabilirim. Kitapla tanışalı tahminimce sekiz yıl oldu. Kaç kez okuduğumu saymadım (tahminim baştan sona üç kez, Kinyas’ın Yolu’nu altı kez ve parçalarını seçip okuduğum en az yirmi kez) ve hiçbir okuyuşumda bıkmadım. Asla bıkmam.


Hakan Günday’la, Kinyas ve Kayra’yı okuduktan üç yıl sonra bir imza töreninde tanıştım.


Sırada beklerken, yanda dizili kitaplardan Kinyas ve Kayra dikkatimi çekti. Elimde tuttuğumdan daha kalındı. İçime, elimdekinin korsan olduğuna dair bir şüphe doğdu. Ama bandrollüydü kitabım. Arka sıramdaki karı kocanın elindekilere baktım. Adam, bandrol uygulamasını indirip okutmamı söyledi. Uygulamayı indirdim. Bandrolü okuttum. Karşımda koca bir hiçlik vardı. Ve hayat kitaplara sahte bandrol basılabileceğini o sırada Hakan Günday’la tanışmak için sabırsızca beklerken öğretmeyi tercih etti. Rica etsem bir kez de hep bir ağızdan kitapçıdaki o adama ş.siz der miyiz?


Sıra ilerledi. İmza zamanı bana geldi. Yazıda anlattığım Kinyas ve Kayra’nın hayatımdaki önemini hızlıca Hakan Günday’a anlattım. ‘Çok güzel tesadüf olmuş.’ dedi. Elinde tuttuğu kitabımı da incelemişti. Anladı mı, ilk defa birinin kitabının altını bu kadar çizişini mi inceledi bilmiyorum. Yazarlık tutkumu da anlattım ona. Yazar olmayı çok istediğimi söyledim. Az romanımı ise başına ‘Y’ ekleyerek imzaladı.


Yazıyorum. Kinyas ve Kayra’yı okumaya başlamadan önce de yazıyordum hikâyelerimi. Ve artık yanlızlığın kemiklerine işlendiğini düşünen birine hiç beklemediği anda (mesela bir otobüs yolculuğunda) yanlızlığını unutturacak hikâyeler yazmak istiyorum. İlk kendi yanlızlığımı unutmak için.


‘YAZ’