Evet, dışarıda bir hayat var biliyorum

Ama onun bir parçası olmaya kendimi ikna edemiyorum

İçim almıyor bazı şeyleri, kabul edemiyorum

Bir köşede suspus oturup olan biteni izlemeyi kendime yediremiyorum

Olayların içine dahil olup bir gıdım kalmış enerjimi de heba etmek istemiyorum

Zaten kendi kendime anca yuvarlanıp gidiyorum

Bir gün, bir gün daha zar zor idare ediyorum

Bu hayat çarkını ittire kaktıra döndürüyorum




Kendi kendimin yıpranmışlığıyla uğraşıyorum

Tıpkı Diyojen gibi elime bir fener alıp sokaklara çıkıyorum

Ve bu hayatı benim için yaşamaya değer kılacak bir şeyler aramaya koyuluyorum

Bir şey var biliyorum, hatta bir şeyler belki de

Göremesem de, işitemesem de, ellerimi uzatıp temas edemesem de

İçimden biliyorum, içimde bir yerlerde hissediyorum

Ama bir şekilde buluşur muyuz, buluşturulur muyuz kestiremiyorum

Ve hayat çarkını ittire kaktıra döndürmeye devam ediyorum

Bir gün, bir gün daha

Bir gıdım kalmış hayat enerjim ve

Kurumuş, çatlamış, yer yer kanamış, yıpranmış ellerimle

Bir gün, bir gün daha döndürmeye devam ediyorum o çarkı

Yalnızca bunu asgarî düzeyde yapabilmeye yetiyor gücüm

O yüzden çok da açılamıyorum daha da uzaklara, ilerilere

Genişletemiyorum varlığımı çok değil bir adım daha öteye bile...




Hayatla ateşkes imzalamaya çabalıyorum

Uzun zamandır soğuk savaş rüzgârları esiyor aramızda sadece benim ve onun bildiği

Bunu problem etmedim uzunca zaman

Zira oldum olası severim soğuğu, kışı, ayazı

Sıcağa dayanamam asıl

Geçip gitmesini beklediğim, bir süreliğine katlanmam icap eden bir dönemdir yaz benim için

İşte tam da bu yüzden

Sağımın solumun, önümün arkamın, her bir yerimin buz kesmesini

Arada bir gelen iç titremesini

Ağlamak istesem bile gözlerimden yaşların bir türlü süzülememesini

Ruhumdaki dolaşımın, akışın adeta bıçak gibi kesilmesini

Yürüyen bir buz kütlesine hatta kesici, delici buz sarkıtlarına dönüşmeyi

Duygularımın donmasını öylece izlemeyi

Problem etmedim uzunca zaman...

Hatta o soğuk soğuk esen rüzgârların tenimdeki dokunuşlarını adeta birer okşama bildim

‘’Ya Rabbi şükür!’’ dedim

O serinliği, ayazı içime içime çektim

Kalbime yağan karlara dilimi çıkarıp onları ağzımın içinde erittim

Acemi bir ebeveynden hallice; içimdeki çocuğu eldivensiz kaşkolsuz kartopu oynamaya çıkarttım

Az biraz hasta olmayı göze alarak onunla birlikte karların içinde debelendim, yuvarlandım

O soğukluk çıplak tenimi kesip acıtırken, kızartıp kanatırken oyun oynuyoruz sandım, peş peşe kahkahalar attım

Tüm bunların canımı aslında ne kadar acıttığına, içimde ne denli yaralar açtığına sonradan, çok sonradan aydım

Yine de soğuğu, kışı, ayazı sevdim, çok sevdim

Hâlâ da severim

Ama istemiyorum artık içimin soğumasını, kalbime dört mevsim karlar yağmasını, oramdan buramdan buz kütlelerinin sarkmasını...

Şayet bu bir oyunsa da hayat tarafından kurgulanan, tasarlanan;

İstemiyorum artık bu oyunun içerisinde bulunmayı

Zira hayatın muhtemelen oyun olarak gördüğü, belki de katıla katıla güldüğü şeyler

Mücadelem oluyor benim

Adeta bir labirentin içerisine kılavuzsuz, haritasız ve de pusulasız bırakılmışım gibi hissettiriyor yapayalnız

O yüzden ateşkes imzalamaya çabalıyorum hayatla

Normal şartlar altında pek sevmem sıcağı, aşırı güneşli havaları

Hemen daralıveririm, afakanlar basıverir içime

Ama bu sefer diyorum ki hayata;

Gel, ısıt uzunca zaman buz kütlesine dönüştürdüğün yerleri

Sağımı solumu, önümü arkamı, her yerimi, içimin en kuytu köşelerini

Lapa lapa karlar yağdırdığın kalbimi

Gel de ısıt artık güzelce

Bunu en iyi şekilde hak ettim bence

Ha yapmazsan;

Ona da kocaman bir ‘’Eyvallah!’’ çekerim yüreğimden

Dolu dolu, tüm samimiyetimle...




Tahammülüm yok artık saçma sapan şeylere

Kendilerine zerre kullanmadıkları akıllarını ısrarla bana, sana, ona yamamaya çalışan şahsiyetlere

Yedi yirmi dört yapmacık nezaket ve anlayış provaları izlemeye

Had hudut nedir bilmeyen insanlara ha bire haddini bildirmeye

Zaten apaçık ortada olan sınırlarımı gözlerine sokarcasına işaret etmeye

Ulaştığı gücün maliki değil yalnızca emanetçisi olduğu gerçeğine bir türlü aymayan, o gücün ve otoritenin ağırlığını taşıyabilecek omurgası olmayan insanların orada burada ahkâm kesmelerine tanıklık etmeye

Şu madde dünyasının yüzeysel materyallerinden öteye bir bakış dahi atmaya yeltenmeyen, para puldan başka hiçbir şeyi gözü görmeyen

İçsel alemin zenginliğinin, mananın, hissetmenin kıymetini zerre bilmeyen

Bilenlere ise ağzını yüzünü ekşiterek bakıp aptal muamelesi eden

Akl-ı meaş'tan akl-ı mead'a bir anlığına geçmeye bile ayak direyen

İnsanların asla susmak bilmeden asırlarca anadan kıza, babadan oğula hep aynı türküyü ezbere çalıp söylemelerine

Şu koşullarda, şu bedenlerde, şu zaman dilimi içerisinde yalnızca bir kereliğine yaşamakta olduğumuz şu hayatlarımızın yine bizzat insanlar tarafından elbirliğiyle cehenneme çevrilme girişimlerine

Ve daha birçok şeye

Tahammül edemiyorum artık…

Daha doğrusu tahammül etmek istemiyorum…

Belki gücüm yeter biraz daha katlanmaya, öyle böyle döndürmeye hayat çarkını tam da bu formuyla

Ama ruhum istemiyor artık, içim kaldırmıyor işte

İsyan bayrağını çekti çekiyor yüreğim

Kararlı kendi dünyasını kurup orada yaşamaya

Münzevi olup inzivadan inzivaya çekilmenin, avare olup dere tepe aşarak oradan oraya dolaşmanın bile artık lüks olduğu şu dünyada

Görüyorum ki ruhum ve yüreğim el ele, işbirliği içerisinde

Kararlı kendi dünyasını kurup orada yaşamaya işte

Öyle hissediyorum ki; artık bir gram istencim ve tahammülüm kalmadı dış dünyanın, onun bunun keşmekeşine karışmaya

Zira tüm bunların bendeki karşılığı; kan emici, ruhu an be an sönümlendirici bir yaratıktan ibaret yalnızca...




Evet, dışarıda bir hayat var biliyorum

Ama onun bir parçası olmaya kendimi ikna edemiyorum

İçim almıyor bazı şeyleri, kabul edemiyorum

Bir köşede suspus oturup olan biteni izlemeyi kendime yediremiyorum

Olayların içine dahil olup bir gıdım kalmış enerjimi de heba etmek istemiyorum

Zaten kendi kendime anca yuvarlanıp gidiyorum

Bir gün, bir gün daha zar zor idare ediyorum

Bu hayat çarkını ittire kaktıra döndürüyorum