Mum ışığında yazı yazmanın güzelliğiyle yazıyorum bunları. Arkada su sesi, serin ve yalancı bir klima havası eşliğinde…

Belki bir mum ışığı belki bir su sesi beni hayata bağlayan. Kimseye tahammül edemiyorum bu ara. Keza kimse de bana…

Mum ışığı bile yekpare bir şekilde dahil olamıyor cümlelerime ve kendini bir yangının sönme isteğine bırakıyor. Bu mum ışığı gibi titrek bir ışıkla aydınlatıyorum dünyamı ve sebepsizce, küçük bir harekette, sönüp yok oluyorum. Ta ki yeni bir kıvılcım gelip beni, ışığımı yakana dek. Bu kıvılcım ne bilmiyorum. Bir insan mı, fikir mi, ideal mi ? Bu ara hiçbir şeyi bilmiyorum. Rahatsız da etmiyor bir şeyleri bilmemek. Bazen boş bir levha gibi güne başlamak gerekiyor zannımca. Nasıl olsa güne boş bir levha gibi başlayıp dolu bir cam şişeye dönüşüyorum. E hem şekil alıyorum hem başkalaşıyorum hem de dolup taşıyorum. Hayatta kalmak için değişim ihtiyacımı karşılayıp gözlerimi yumuyorum sonra da.

Deniz’i de sevmiyorum artık. Sadece özgür hissediyorum Denizdeyken. Deniz kim, ne ?

Deniz…

Biten bir aşk, akıp giden ve sevilen herhangi bir su birikintisi artık benim için.

Her şey boş geliyor artık. Yaşamak, aşık olmak, çalışmak, gülmek, ağlamak, değer vermek… Sadece yazmak istiyorum. Belki içimdeki kirleri temizler umuduyla yazmak. Ha hoş ilaçlar da çare değil artık ama belki yazmaktır tek çare. Belki yazmak, içimdeki -titrek de olsa- hayatımı ışıldatan o mum ışığının tek kıvılcımıdır.