Bir tanıdığın Instagram'ında doğuştan görme sıkıntılı bebek yeğeniyle fotoğrafını gördüm geçen gün. Çocukta doğal olarak muhtemelen hep takacağı bir gözlük var. Fotoğrafın açıklamasında "canımdan çok sevdiğim sarı meleğim" yazıyordu. Daha önce de bahsetmişti bana ondan, doğuştan gelen sıkıntısından ve tabii ki de onu ne kadar çok sevdiğinden. Bugün aynı ortamda bulunduk bir şeyler içerken. Yine anlata anlata bitiremedi yeğenini, bir ara sessizlik oldu ortamda, ben dayanamayıp söze girdim.


"Acıyor musun ona hiç?" diye sordum. "Acımak değil de sadece çok üzülüyorum." diye cevap verdi. "Normal olsaydı, bir kusuru olmasa bu kadar sever miydin?" diye sordum. "Severdim tabii ki." diye cevap verdi. Kendisini de inandırdığı bu yalanına gülümsedim. Aklıma gelen lafları kendime sakladım çünkü konuşsam biliyorum ki o insan benim olduğum herhangi bir ortama gelmez bir daha.


İlk düşündüğüm şey başımdan geçmiş bir anıydı aslında. 8-9 yaşlarımda, teyzemlere gitmiştik. Kuzenimin atarisiyle oynuyorduk, ancak doğru düzgün eğlenemiyorduk. Atarinin bağlanabileceği tek televizyon hasta ve yatalak olan teyzemin kaynanasının odasındaydı çünkü. Kuzenimin babaannesi yattığı yerden sürekli "Evladım! Niye topladın bu çocukları, götür buradan!" diye aksi aksi bağırırdı. Çoktan ağır derecede alzeimer olduğundan çoğu zaman kuzenimi bile tanımaz, o: "Siz kimsiniz! Başımı ağrıttınız!" derken ben hep tavana bakan soluk gözleri bizleri nereden görüyor diye düşünürdüm. Çok aksilenirse büyükler bizi odadan çıkartırdı. Bir defa altını temizlerlerken seyretmek durumunda kalmıştım, o berbat görüntüyü halen unutamıyorum.


Ama o günkü duygularımı çok daha net hatırlıyorum. O yaşlı kadından nefret etmiştim. Onun o aciz halinden, her iş için birilerine, bir şeylere muhtaç olmasından tiksinmiştim. Sırf kendi rahatı uğruna bize oyun oynatmamasına kızmıştım. Teyzemi ona bakmaya mecbur bırakmasına kızmıştım. Şu anda fark ediyorum ki onlar en masum, en insani ve de en doğru düşüncelerimdi benim, tamamen içimden geliyorlardı.


Peki o kız neden yeğeninden nefret etmek yerine daha çok sevgi besliyor? Vicdan diye kanıksamış olduğumuz şeye yakından bakarsak cevabı görebiliriz.


Kendimize daha geniş pencereden bakabilme yetisini ilk kazandığımızda insan olarak asıl arzularımızın ne kadar bencil, tek taraflı ve sağ duyudan yoksun olduğunu fark ederiz ilk olarak. Bu arzuların toplamını "nefis" olarak adlandıran dinler var. Asıl arzularımız diyorum çünkü insan kendi içerisinde yine bu arzulardan doğan ve de bunları değerlendirebilecek bir yapıya da sahip. Üstün olma arzusunun yaratmış olduğu bu yönelim bizlere sözde daha "iyi" ve "adaletli" olmak adına diğer arzularımızla savaşacak bir mekanizma önermekte: vicdan. Evet, vicdan diye yücelttiğimiz kavram bizlerin üstün olma hedefiyle kendi arzularımıza karşıt olarak ürettiğimiz fikirler bütünüdür. Bu fikirler tekrarlandıkça belirli reflekslere ve etik değerlere evrilir. Sonuç olarak da öz benliğimizi oluşturan temel arzulardan uzaklaştığımız ölçüde insan olabileceğimiz fikrine kadar ulaşır.


Peki ölmek üzere olan o aciz kadından nefret etmekten çekinmeyen 8 yaşımdaki ben mi daha çok insandım, yoksa kimlerin daha çok sevilmesi gerektiği konusunda gösterisini hakkıyla yapan sevgili dostum mu? Kim insanlık dersi veriyor?


Kötü birisi olmaktan korktuğumuzda mı daha çok insan oluruz? Anın ve tarihin en etik değerlerini tespit etmek kimin arzusudur?


İntikam hep söylendiği üzere tüketir mi bizi? Affeden hep yüce mi hisseder? Nefret yalnızca aptal bir duygu mudur? Zoraki merhamet olur mu?


İçimizdeki sözde kötülüğe karşı kurmuş olduğumuz bu savunmayı şayet bir hayvana anlatabilmiş olsaydık ne geçerdi aklından merak ediyorum. O güne dek bir kötülük abidesi olarak yaşadığının farkına mı varacaktı?


Farkındalık, bizlerin laneti. Buraya kadar gelişen merkezi sinir sistemimiz bizlere kısmi fakat kontrolsüz bir farkındalık hediye etti. Biz de sahiplendik. Önce kötüyü, sonra kötü olmayı, sonra da kötü olmamayı seçmeyi. Ama unuttuk; hediye, farkındalıktan ibaretti.