Merhabalar. Defterde yazacak boş sayfanın azaldığının farkındayım. Keşke sizlere sizin istediğiniz gerçekleri anlatabilseydim. Kitabın başında aklımda olan fikirlerin birçoğunu reddettiğimi söylemek istiyorum. Bugünlerde yaşam hakkında yeni derslerin bir yenisini daha aldım. Ne kadar Dünyayı anlamaya çalışırsak o kadar travmatik bir hayat yaşayacağımız gerçeğini fark ettim. Dünya'yı nasıl algılıyorsak algıladıklarımız dahilinde perspektif oluşturuyoruz. Filozofların, ruhbilimcilerin, toplumbilimcilerin kendilerine göre haklılık payı vardır. Bireylerin fiziksel özellikleri kadar zihinsel özelliklerinin de farklılık gösterdiğini kabul etmemiz gerekiyor. Freud ve Maslow arasında kuramsal olarak epey bir farklılık vardır. Marx ve Adam Smith arasında epey bir farklılık vardır. Birey, toplum tarafından kabul görmek için uyum, itaat davranışını sergilemek zorundadır. Bireylerin birçoğunun bu algıya sahip olduğunu görebilmek mümkündür. Çevrenizdeki insanlara dönüp bir bakmanızı istiyorum. Sanki doğarken kendi yanında getirdiği aslında toplum tarafından var olan doğruları, yanlışları kendine ithaf ettiğini görebiliriz. Birçoğunun onayladığı düşüncelerin ipoteği altına girmek kolaydır. İnsan var oluşunun en basit formu bu değil midir? Diğer insanların içerisindeyken bireyin içindeki var olma özlemi artar. Çoğu insanın kendisine " bu hayat bir illüzyondan ibaret olabilir mi?" sorusunu sormaktan çekindiğini görürüz. Toplum için hayatın illüzyon olma ihtimalinin doğruluğu bir hastalıklı düşünceden daha fazlası değildir. Birey bu veya buna benzer örneklendirmeleri hasta olarak nitelendirilmemek için reddeder. Bireyin en büyük korkusu içinde var olduğu toplum tarafından bir ötekiye dönüşmektir. Tanrı inancının yaygın olduğu bir toplumda tanrıtanımaz düşüncelerin var olması ne kadar zordur. Anlatmak istediğim bireyin kendine ait -toplum tarafından öteki- düşüncelerini yansıtma taraftarı olma konusundaki korkaklığıdır. Hayat bir illüzyondur ya da değildir. Tanrı vardır ya da yoktur. Amacım bu kısır döngüye dönecek tartışmaların içerisine girmek değildir. Bireyi bir yağmur tanesi olarak düşünelim. Toplum birden fazla bireyden oluşur. Toplum burada birden fazla yağmur tanesini temsil eder. Yağmur tanesinin diğer yağmur taneleri içerisinde karışıp bir mazgaldan çekip gidecektir. Totaliter rejimlerin, fikirlerin olduğu coğrafyalarda bireysellikten çok kolektif bir yaşam formu daha büyük bir ihtimaldir. Çoğunluğun varsaydığı bir doğrunun birinin yanlışına ya da çoğunluğun doğru kabul ettiği bir yanlışın bir doğruya tercih edildiğini şu köhne yaşamımda edindiğim en garip tecrübeler sınıfına koyabilirim. Tarih bu ortaya attığım fikrin örnekleriyle doludur. Dünya yuvarlaktır diyen adama ne olduğunu hepimiz eğitim hayatında en az bir defa duymuştur. İnsanların geçmişte, günümüzde, gelecekte var olan düşüncesi elindekini korumaktır. Her insanın bu formun izlerini taşır demek tarafımca yapılmış bir dangalaklık olacağı için güçlü bahaneleri olan çoğu insanın elindeki, inandığı doğruya sahip çıkma potansiyeli yüksektir. Bilginin çoğalması insanların çoğalmasından her zaman daha zor olmuştur. Bilgi durduk yere çogalmaz ama insan türü hiçbir nedeni yokken bile çoğalabilir. Buradan şu kalıp yargıyı çıkarmamanız için hafif bir uyarıda bulunmak istiyorum. İnsanlar var olduğu müddetçe çoğalacaktır. İnsanın üremesi basit bir matematik işlemi gibidir. Bu işlemi zorlaştıran yine insandan başkası değildir. İnsanın çoğalmadan önce kendine şu soruyu sorması gerektiğini düşünüyorum. Ben mi Dünya'nın hizmetçisiyim yoksa Dünya mı benim hizmetçim? İyi bir dünya hayali kuruyorsak eğer ilk kalıp sorudan ilerlememiz gerekiyor. İkinci ve ilk kalıp için insan eylemlerinde hürdür. İstediğimiz kadar çoğalabilir. İstediğimiz kadar doğaya gülünç espriler yapabiliriz. İkinci soru kalıbından ilerlediğimiz takdirde bilinçsiz özgürlüğün getirdiği sorunları üstlenmemiz gerekecek. Bilinçsiz bir özgürlüğün yarattığı sorunları ne kadar üstleneceğini düşünelim. Bilinçsiz özgürlükle dürtüsellik arasında pek bir fark göremiyorum. Bilinçsiz özgürlüğün sorunları üstlenme de hayvanların Dünya sorunlarına çözüm üretmekte ne kadar başarılıysa bilinçsiz özgürlüğünde o kadar başarılı olacağını düşünüyorum. Şimdi geriye gidelim. Bir adam vardı. Dünya yuvarlak falan diyordu. Kilisenin halk üzerinde etkisi olduğu yıllardı. Herkesin cennetten arsa aldığını sandığı güzel zamanlar. Bilimin karanlıkta kilisenin revaçta olduğu bir Avrupa düşünelim. Cennetten arsa alan insanların bu yaşamda sorunları çözmekte yapabileceği en iyi eylem umut etmektir. Bir işte işçi çalıştırıp patrondan nakit yerine çek almak gibidir umut etmek. Çekin karşılıksız çıkması insanda nasıl bir hüsran oluşturur? Dua edelim de karanlık Avrupa'daki insanların çekleri karşılıksız çıkmasın. Bilinçsiz özgürlüğün getireceği tek şey insana bir kurtarıcı, güçlü bir varlık, bir liderin varlığı ve bilinçsiz özgürlüğün getirdiği sorunlara çözüm bulmasını umut etmektir. Birinci yoldan gitmenin doğru olduğunu düşünüyorum. İkinci yoldan gittiğimizde geçmişte elimizde karşılıksız anahtarlar kaldığını ve günün sonunda insanın umut etmekten başka bir çaresi kalmadığını görüyoruz. Umut etmenin insanlığın sorunlarına bir çözüm bulacağı kocaman bir romantizmdir. İnsanları duyguları doyurmuyor. İnsanları duyguları doyursaydı eğer izafi bir şekilde dağı delen Ferhat, çölde aşka düşen Mecnun birer Karun olurdu. Duyguların en yüksek mertebeye ulaştığı bir gerçekliğin aşk olduğunu kabul etmeliyiz. Dünya'da kendine çeki düzen vermesi gereken tek varlık insandır. İnsan çünkü çeki düzen vermenin ne manaya gelecek olduğunu bilen, düzensizliğin nasıl ortaya çıkması gerektiğinin farkında olan bir varlıktır. Hayvanlar, bitkiler ve diğer adını saymakta zorlandığım canlılar rituel olan hayatlarını sürdürüp bir yerde son buldurmak için vardır. İnsanın kendine çeki düzen vermesinden ahlaklı insanlar kalıbının oluşturmamak olduğunu söylemek istiyorum. İnsan eliyle bozduğu yaşama yeri olan bu oyuncağı yine kendi eliyle tamir etmek zorundadır. Evrende insan için yeni bir yaşam alanının bulunması şimdilik gaipliğini sürdürüyor. Tıpkı cennetten aldığımız anahtarlara sahip çıktığımız gibi elimizde olan belki de başka olmayacak olan bu ütopyaya sahip çıkmamız gerekiyor. İnsan yaşadığı alana, doğaya sahip çıkması herkes için erdemli kabul edilen bir davranıştır. " Neden sahip çıkılmalı?" sorusunun sorulmak için sorulmuş sorular arasında olduğunu düşünüyorum. Sayfaların bittiğini gördüm. Tarih yok. Tarihin ve sayfaların önemli olduğu günlere ulaşmamız dileğiyle.