Sınırsız bir gökyüzü hayal ediyorum. Sonsuzluk gibi böyle, uçsuz bucaksız hani. İçinde beyazı ve çokça maviyi barındıran. Birazcık pamuk şeker pembesi, hafif yeşil, ama öyle bir yeşilki dalmazsan derinine asla farketmeyeceğin türden. Öyle derinindeki gökyüzü, parmağımla sana gösterdiğimde beraber ucunda yolculuk yapınca ancak görebileceğimiz kadar gizemli. Mesele aynı gökyüzüne bakmak ya da aynı şeyleri görebilmek filan da değil hani. Ama yinede o anı paylaşabilmek. Öyle uçsuz bucaksız bir derinlikte seninle yolculuk yapabilmek. İçinde beraber kaybolabilmek seninle. Hani beni içinde nasıl kaybettiysen öyle işte.

Gri rengini severim ama bu gökyüzü o rengi barındırmasın içinde.

Akşamın ilk saatlerine dokunmak üzereydik. Günün son anlarıydı. Bahçede oturuyor bir yandan sana bakıyordum. Öyle güzelki sana bakmak. Bilemezsin gerçi. Biliyorsun aslında ama, bildiklerini inkar ettiğin için bilemezsin demek zorundalığında kıskıvrak yakalıyor beni kelimeler noktanın hemen öncesinde, üzgünüm.

Sana bakıyordum, dünyanın en güzel hislerinden biriydi o sana bakma eylemi. Başımı biraz geriye attım sandalyede, sen yanı başımda, ben seni düşünerek gökyüzüne çevirdim başımı, öyle güzel bir resimdi ki gökyüzü, senin hayalinle beraber daha bile güzelleşmişti. Kim bilir ne kadar zaman gözlerimi ayıramadım o güzel resimden. Sonra sana döndüm. Bir yandan bana bakıyor bir yandanda bir şeyler anlatıyordun. Güzel bir şeye denk gelince sana koşasım gelir benim, her zaman. Bilirsin. Bilir misin?

İki adım ötemdeydin. Seslenmek yerine yerimden kalktım, oturduğun sandalyenin arkasına geçtim. Omuzuna sessizce dokunup, eğildim saçlarının hemen yanına. Benimle gel dedim. İki adımlık yere aldım kendimi ve seni. Sandalyeye oturttum. Omuzlarını ellerimle geriye doğru bırakmanı sağladım. Başına, saçlarına dokundum, öyle incitmeden sessiz parmak uçlarımda gibi işte. Bana bakıyordun şimdi. Gülümseyerek, neler oluyor der gibi. Seni öpmeye uygun değildi ortam. Bir süre bakıştık. Bak dedim. Gökyüzü bu derinlikten öyle güzel görünüyor, öyle ihtişamlı bir resim oluşturmuşki görmeni istiyorum. Gökyüzüne baktın sende. Belki hissettiklerimi sende hissettin, belki daha çoğunu, belki biraz azını, bilemiyorum. Ama güzeldi değil mi?

Seninle o anın içinde olmak, aynı anın tadına beraber bakmak, paha biçilemezdi.

Hayatın içinde, binlerce yıldır yaşıyoruz. Bedensel olarak bir zamanımız var. Ama ruhsal olarak, kim bilir? Belki yüzlerce yıldır varız. Seni gördüğüm günden bugüne, o his hiç geçmedi. Sanki daha önce, farklı bedenlerle yine yan yanaydık. Belki kavuştuk, belki kavuşamadık. Ama o zamanlarda dahi seni seviyormuşum hissi bende hiç geçmedi. Her sarıldığımda hissettim bunu. Neredeyse her bakışımda yüzüne. Bu hissin doğru telafuzunu içsel olarak yapabiliyordum. Ama kelime olarak tam karşılığını hiç bilemiyordum. Belki hemhal olmak. Bilemiyorum.

Hani toplumda, ilişkilerde, arkadaşlıklarda pek başaramadığımız bir durum.

Genelde bizler hemhal olmayı beceremeyen insanlarız. Ayrıştığımız binlerce olay var hayatın içinde. Evet bunda birlikte olmalıyız dediğimiz o inanılmaz zamanlarda bile bir araya gelemiyoruz. Bağırmaksa bağırmak, susmaksa susmak, mücadeleyse mücadele, direnmekse direnmek, eylemse eylem. Olamıyoruz. Başaramıyoruz. Sarıldığımızda aynı hissi yaşıyoruz. Konuşuyoruz. Evet aynı. Sonra bir bakıyorsun değil. Anlaşılamayan. Ya da anlamayı beceremediğim rezil bir düzenin, kendini bilinçli zanneden ahmakların, boktan hayatın gerizekalı tutsaklarıyız gibi yaşıyoruz.

Sokakta bir çocuk ağlıyor mesela, yanından geçip gidiyoruz. Kıt kanaat yaşamaya çalışan insanların çaresizliğini görüp görmezden geliyoruz. Bir yerlerde savaş oluyor, çocuklar, kadınlar, adamlar ölüyor sosyal medyadan utanmadan izleyebiliyoruz. Bir koca, bir sevgili, bir kadını öldürüyor, sadece bakıyoruz. Öyle öküzün trene baktığı gibi ama. Bön bön. Biz hiçbir konuda hemhal olamıyoruz.

Sonra birgün çıkıp hayatın bu rezil rüsvalığının tam ortasında bir anlam beliriyor. Diyorsun ki kendi kendine bunca boktanlık içinde yaşadığımı hissettiren ey mübarek kişi. Var ol. İlahi bir şey gibi geliyor. Çünkü, güzel hissettiren ne varsa şu yeryüzünün üstünde paçavraya dönüştürülmüş. Çünkü ellerin kolların bağlı, adım atsan patlatacaklar seni. Hani iğrenç bir şakadır bence, Silivri soğuktur deniyor. Bunu normalleştirebiliyoruz mesela. Gülebiliyoruz buna.

İşte sen geliyorsun sonra, kahvenin tadı bir başka güzel oluyor mesela. Gökyüzünün beyazına, mavi ekliyorsun. Yetmiyor götünden pamuk şeker pembesi ve yeşilini bile dahil ettiriyorsun. Hemhal olabiliyorum diyorsun kendi kendine. Yüzbinlerce kişiyle olamadık ama diyorsun, işte birdim iki oldum diyorsun. Hatta bir an geliyor o iki bir oluyor, tek oluyorsun beraber. Var mı daha kıymetlisi diye düşünürken. Bir an da ruhunu, yüzlerce yıl öncesinden tanıdığını bildiğin, gidiyor. Bir an da. Hem öyle bir gidiyor ki. Yalnız bile kalamıyorsun. Seni de alıp götürüyor. Kendini bile kaybediyorsun. İki kişi bile hemhal olamıyoruz. Öyle kalıyorsun ne geriye ne şu ana bakamıyorsun. İnancını yitiriyorsun.

Haydi kolay gelsin, hayatın içerisindeki bu çöplük yığınında, ayrı ayrı ama hep birlikte daha da pislik içinde kalmanın tadını en ücramıza kadar yaşayalım, hep beraber. Sonunda işte, hemhal olabildiğimiz bir durum. Keyif sigarası için son bir.