İnsan ruhu hiç yaşlanmıyor. Anneannem sevdiği bir müziği duyduğunda içinin oynadığını ama ayaklarının bir türlü gitmediğini söyler hep. İç dediği ruh. Ruh hep canlı, taze. Ama belli ki beden öyle değil. Ayağın gitmiyor, parmak kıpırdamıyor, yeri geliyor biri benim yerime nefes alsa diyorsun. Belki günümüz hengamesinden, belki de doğduğumuz günden itibaren sayılan o rakamların ağırlığından. Yaşlanmak kulağa çok da sempatik gelmiyor. Konu yaş almak ise kabul. Evet, yaş alıyoruz. Her gün ömür denilen ve bize biçilen hayat duvarına bir tuğla daha koyuyoruz. Ama ruhun yolculuğu hiç bitmiyor, yaş biçilmiyor ya da kalıplara sığmak zorunda kalmıyor. Hep genç, hep dinamik. O değil midir bizi en eski anılara götürüp muzipçe gülümseten? Ya da bir müzik sesiyle kalbimizin göğüs kafesine sığamayışına neden olan?


İnsan hissettiği yaştadır derler. Ne doğru bir söz. Anneannemin deyimiyle "insanın içi genç" olduğu için kimliklerimizdeki yazan rakamların ya da tarihlerin pek de bir önemi kalmıyor.

Saç renginin, giyilen kıyafetin, hayata bakış açısının güncelliğinin hep ruhun tazeliği ve yaşsızlığı ile ilgili olduğunu düşünmüşümdür. Orta yaş olarak algıladığımız insanların hâlâ ilk gençlik yıllarındaki gibi davranmalarını eleştirirler çoğu zaman. Neden mi öylelerdir? Çünkü aslında eskiyen dışındaki kabuğudur. Yüzündeki çizgilerdir, saçındaki beyazlıklar ya da seyrekliklerdir. Ama içi, ruhu gülmek ister, belki çok sevdiği insanlarla eski günlerdeki gibi oyunlar oynamak ister. İçi sevdiği bir müziği duyunca kalkıp eşlik etmek ister.

Tabii bunları isteyen de sanırım bizim hiç büyümeyen çocuğumuz, ruhumuzdur.


Hayatım boyunca ruhunu beslemeyi başarmış insanların kesinlikle hep daha mutlu ve pozitif bireyler olduğunu gözlemledim. İster sevdiği işi yapmış diye düşünün, isterseniz kendine hobiler edinmiş ya da maneviyata yönelmiş. Bir şekilde ruhu ile hayatını hep aynı yönde ilerletmiş. Bu sayede de hep hissettiği yaşta görünmeyi başarabilmiş. Bitkileri sevmek, hayvan beslemek, bir dost sohbeti bile ruhumuzu besleyen en önemli etkenlerdir belki. Sahi, belki de biz büyük beklentiler içerisindeyizdir? Aslında sadece baktığımızı gerçekten görmek ve hissetmek bile yeterli olacaktır yaşamımızı eşsizleştirmek için. Yaşsız ruhlarımızın neşesine kendimizi kaptırmaktır belki de insanlığımızın şifası.