kendime battım.

öyle yakışmıyor ki yaşamak ellerime,

hangi aynaya dönsem hep aynı kalabalık

ve kendini sakınmaya meyilli bir taç utangaçlığı.


nerede mustafa'nın o güvercin temkinli, kaygısız küçüklüğü

şurada ırmakta yüzen bir yaprak gibi işte

kayıyor düşlerimin üzerinden,

elimi uzatsam tutarım belki

o ki her sabahın ışığını iplerle çekiyor penceremden.

kendime düşüyorum.

büsbütün dağıtmak için sisli düşüncelerimi,

bir balıkçı ağı gibi çekiyor sabahı kederime

yılgınlıktan, yalnızlıktan doğduğum

daha en başından belli,

henüz uyanılmış bir düşün yanılgısına mustafa'nın gözleri çekiyor beni.


beni yabancı sokaklarda tek başıma bırakıp,

içimi dilediğince bir söküp bir onaran

bir cenazeyi kaptığım gibi toprağa dikiyorum.


sonra o, orada kalıyor; ben, s/onsuzlukta.