Şimdi,
şöyle bulutlara uzanıp kucaklayasın var değil mi göğü?
Yeryüzü karanlıkta çünkü.
Gözlerin yumulu.
Nefesin kesik,
hem de en kesik uykuda kalmışçasına.
Gitmeye meyilli ellerin
ama ayakların,
ayakların kalmakla lanetlenmiş.
Sen içi dışı bir sanıyorsun bu alemlerin,
Bu allame,
bu yere göğe sığamayan bedenlerin.
Sen sustuğu kadar suskun,
suskunluğu kadar mağrur biliyorsun ya,
öyle değil o işte.
Ne suskunluklar sandığın kadar suskunluk,
Ne de alem içi dışı bir, sandığın kadar.
Herkes kıyısında,
tutunamadıklarının kıyısında.
Evet hiç kimse yok köşebaşlarında,
ama bilmiyorsun sen işte,
herkes kıyısında.
Oysa,
oysa uzatabilseydin parmaklarını,
henüz her yaraya çare varken,
henüz çok geç değilken.
Tutulmamışken ellerin henüz
ve tutuşmamışken henüzlerin.
Bir bir içinde tuttukların,
birden bire gitmemişken henüz,
dayanamazken henüz.
Unuttun mu yoksa?
Bilmem kaç uğurlamaya varamadığını?
Vedalaşmalara dayanacak kadar kalpsiz olmadığını.
İstasyonlar boyu ağladığını düşündü herkes,
istasyonlar boyu intiharlar kurduğunu.
Oysa şiirler fısıldadın kuşlara,
göç mevsiminden artakalanlara.
Ve şarkılar.
Şarkılar mırıldandın,
uçurumun kıyısından dönmekle sınananlara.
Bildiklerini kendine,
anladıklarını kalbine sakladın.
Ardına baktın,
baktın ki yok hiçbir şey,
yok hiç kimse.
Duyduklarını avuçlarına sakladın
ve gözlerinde,
Gözlerinde sokakları.
Kentlerin ağır hüznünü taşıdın,
bir de sabahların serinliğini.
Bir öykü böyle bitmemeli dediğin ne kaldıysa,
öylece taşıdın.