Fotoğraf vardır; anıyı tazeler, umudu koşturur, geçmişi önüne serer. İşte bu fotoğraf o hislerin tercümanı. Delicesine tebessüm ediyorum baktıkça. Bitmesini hiç istemediğimiz şarkılar, sonu gelmesin dediğimiz şiirler, başa sarıp sarıp dinlediğimiz türküler gibiydi işte çocukluğum. Öyle içten, öyle samimi...
Yolun kenarından geçiyordum, önce bir baktım, sonra tekrar baktım, olacak gibi değil dakikalarca izledim. Evcilik vazgeçilmez oyunumuzdu, eve sadece misafir olmakla yetinmeyip, bir gönle de yerleşiyorduk aslında. Öyle yirmi beş parçalık plastikten yemek tabaklarımız yoktu. Kendi yaptığımız, yapmaktan ellerimizin çatladığı çamurdan tabak, bardağımız vardı. Üstümüze çamur bulaşır da eve gidersek bittik. Çünkü günde en az üç dört kıyafet değiştiriyorduk. Babamın görevi dolayısıyla şirin bir köyde epeyce anı biriktirdim. Şu an bu yazıyı yazabiliyorsam hatta bir şeyler üretme fikri var ise, bu çocukluğumun etkisi.
Abimin bisikleti vardı, benim yoktu. Binmek için heves ediyordum o da şansa hiç bisikletinden inmezdi, ne zaman öğle sıcağında kafasına güneş geçmesin diye eve gelir uyurken, ben kapıdan hemen bisikletini kaçırırdım. Pantolonumun pedala takılıp yırtılması hiç umurumda olmazdı, yeter ki zinciri atmasın diye dua ederdim. Harık denen su kanalı vardı, oradan çamlara su giderdi. Biz, o su akan harıkta terliklerimizi yarıştırırdık, eğer ki o terlik o köprü yerindeki çalıya takılırsa kaybettin, hatta ayağındaki terlikten de olurdun. Kuru dut toplamaya giderdik öğlenin on ikisinde, cuma günü gelen sebzeciye satmak için. O güneşte yandıktan sonra ten rengim hiç beyazlamadı. Topladığımız dutları da sebzeci Mehmet, kilosunu dört liradan alıyordu, kekleniyormuşuz. O zaman bize sorsalar dünyanın en zengini biziz... Poşetleri alıp kozalak toplamaya giderdik kızlarla, akşam semaver tutuşturup, çayın lezzetli oluşunda bir numara etkiye sahipti.
Geçmişe dayalı bir hareketi yapsam, ''köylü müsün'' diyorlar. Keşke hepimiz köylü olsak. Resmi evraka imza atmadaki mahcubiyette, devlet memuru görmedeki saygıda olsak. Şehirden birisi geldiğinde ''bir ayran içseydin'' masumiyetinde... Köydeki Fatma teyze, yine beni her gördüğünde ''Şehri mi seviyin burayı mı?'' sorusunu sorsa...