İçimizde yamalı yerlerimiz var bizim.

Ara ara verilen kırıntılarla yamanmış yerlerimiz. Gözlerin, titreyen ellerin, yalanın, acınmanın, merhametin, sadaka niyetine önümüze atılan kibrin yamadığı yerlerimiz var. Birbirine uymayan, birbirini örtmeyen, birbirinden habersiz... Ara ara sökülen, hatırlatan içindekini ve tenezzül dahi edilmeyen artık onarılmaya, yamanamayacak kadar delik deşik edilmiş yerlerimiz var bizim.


Hepimiz yamalıyız!

Tanışılmamışlığa rağmen bir yerlerden tanıdık geliyor oluşumuz birbirimize bundandır.

Yamaların benzeşmesi, kaynaşması hali.

Kiminin şifa kiminin de yaramızı kanatan olması bundandır. Öyle ki ancak tanıyan bilir şifayı ve zehri. Siz ise bilmezsiniz hangisini size altın tepside sunacağını. Oysa zehir hep en gösterişli sıradanlıktan gelir.


Ve en tehlikelisi yamalarınızı görenlerdir. Hangisini sökeceğini ya da sökülenin artık dikiş tutmayacağını bilendir... Ve o, şifa diye kendini altın tepside sunan bir zehirdir sizin için. Ama artık çok geçtir. İçinizde birbirine uyumsuz onlarca sökük varken görünmez olmanız için artık çok geçtir. Siz gizleseniz dahi dışınızın içinizle olan savaşı görünür ve o noktada yamanız açık bir yaraya dönüşür. Her şeyin çabasızca kanatabildiği bir yara...


Ağaçtaki kuşun yuvası, yavru kedinin annesine sokulması, babanın salıncakta çocuğunu sallaması, markette eşinin istediklerini arayan adam, sevdiğinin üşüyen ellerini montunun cebine sokan delikanlı, köpeğin sevinçten sallanan kuyruğu, karşı apartmandaki ışıkları yanan ev, üst kattan gelen çocuk sesi, karın altında yürüyen yalnız kadın, sulamayı unuttuğunuz çiçeğin açışı, zili çalınan kapılar, ayakkabılarla dolu kapı eşiği, karnınızın acıkması, geçen zaman, kutlanan doğum günü, gökyüzündeki yıldızlar, en sevdiğin şarkının radyoda denk gelişi ve sayısızca gecesine katlandığın yaşamanın uyandırması seni yeni bir sabaha daha...


Yaşama dair ne varsa kanatır sizi. Bugün değilse bir gün kanatır, çünkü hepimiz yamalıyız kimimiz biraz daha yamalı o kadar!