İnsanın özüne dönmesi kaçınılmaz olan şeydir. Çünkü her insan doğduğu iklimin, evin, tarihin ve kültürün insanıdır. Aklı olabilecek tüm durumların olasılıklarını sunsa dahi, ruhundaki töz, onu kendiliğinin doneleriyle kavrayarak oluşumunun tamamlanmasını ve eksikliğini bireye hissettirir. Ve bu hisse ulaşan insan tıpkı Lucy filminde olduğu gibi evrenin her parçasında kendini bulur. Bu bağlamda her insan canlısı, evrenin hem her şeyi hem de hiçbir şeyidir. Çünkü var oluş ve yok oluş aslında bir madeni para gibi aynılığın iki yüzüdür. Bize farklı gelmesinin sebebiyse yaptığımız tercihlerin çeşitli olanakları olmasıdır. Bu yüzden edimlerimizin ve erdemlerimizin sebebi yazı - tura gibi iki olasılığın çeşitli fraksiyonlarının gerçekleşmesidir. İyi-kötü, doğru-yanlış, gerçek-yalan gibi kavramlarının doğuşu, canlı formunun vermiş olduğu kararla bütündür. Yani ne kadar tikelci yapımız olsa dahi günün sonunda hep bir ağızdan tümelciliği var etmek için çabaladığımızı görüyoruz. Kısacası her bir form olarak sadece canlılığı korumak ve yok etmek için çalışıyoruz.
Sonuç olarak; var olmanın verdiği oluşum hissi evrimsel düzlemde yok oluşa hatta bozuluşa kapı aralayarak devinimine devam etmektedir. Tıpkı Herakletios'un dediği gibi: ''Her şey akar.'' sözü üzerinden yalnızca akışta kalmaya devam ediyoruz. Bu yüzden her şeyin aktığı bir evrende durağanlık ve durgunluk gibi gözüken durumlar dahi akışa ve akıntıya hizmet etmektedir. Böylelikle devrim, devinim, dönüşüm kendini hem tamamlamakta hem de eksik bırakarak gerçekliğini sürdürmektedir. Bu durum kaçınılmaz başlangıcı ve sonu temellendirmektedir. Çünkü yaşamsal her süreç özgür ve buna mahkumdur.
Film önerisi: Alita: Savaş Meleği