“Her şeyi bağışlamış ve her şeyi kaybetmiş olacaksın. Güneş seni artık ısıtmayacak,su, susuzluğunu gidermeyecek, hava göğsünden firar ediyormuş gibi gelecek. İşte o zaman anlayacaksın: Tanrı tarafından çağrıldığını söyleyen, insan gözünün göremeyeceği kadar yok olan ve eserinin hiçliğine yalnız başına ağlamaya giden Musa’yı; çok yakındaki büyük acıya değil, misyonunun gereksizliğini keşfettiği için korkunç gecede ağlayan İsa’yı…
(…)
Öyleyse dostum ve kardeşim sana tek bir şey kalıyor: Eski mağaran, gizemli inin, tamlık gününde terk ettiğin kapalı kalen. Hala yüksek kara duvarları, yer altı labirentlerini, karanlığı hatırlarsın. Çocukluk hücrene geri dön, ey ölümün eşiğindeki dilenci! Yedi anahtarla kilitlenmiş, yedi mühürle kapatılmış manastırında tekrar kendine duvarlar örme gücünü topla. Kendi kendinin tutsağı ve gardiyanı ol. Kayalar arasında, dağ kuşları misali, bir başına ölmeyi öğren.
(…)
Öyleyse kendi çılgınlığına gülme, sözcüklerden nefret etme, görevine lanet okuma. Güzelce ölmek için daha vakit var. Kalene çıplak gireceksin. Sana en çok ağırlık vereni dışarı atmış olacaksın, bütün görünüşlerini ve bütün hayalperest umutlarını. Seni sıkan ve mahveden şey yok artık: İçine düştüğün çalıların kuru dalları arasında ve aştığın nehirlerin çamurlu sularında kaybettin onu.
(…)
Önceden başkalarının ruhlarına girmek istiyordun ve şimdi her ruhun, senin ruhun misali tek, girilmez, aşılmaz olduğunu biliyorsun dost ve kardeş.
(…)
Ve bir gün bu sessiz yaşam dünyasında, sana kesik dilini göstermek için ağzını açan, çarpıcı ve şehvetli büyük bir yılan çıkacak karşına. Eski zayıflık, eski alçaklık yenilmiş olacak. Aldatıcı kelimeye artık kanmayan, pinti yahudi bostancının elmalarıyla artık beslenmeyen Havva ölecek.
Ve bu zaferi kutlamak için hiçbir marş okumayacaksın!”
-G. PAPINI