Sen, sabahlarımın kaneviçesi; sokak lambasının üstünde gülümseyen güvercinim. Yorulmuş gecelerin ardında damarı kırılmış ellerimle notlar karalıyorum sana. Haberin var mı? Ölü dillerden, konuşulmayan lügatlardan ve tedavülden kalkmış edebiyatlardan sesleniyorum sana. Duyuyor musun? Bütün olumsuz cevapları üzerine giydiğini görür gibiyim. Ölür gibiyim bu yüzden. Kaybettiğim günleri toplarsam, kazandığım günler koskoca bir hiç kalır. Ben küçükken, mahalle maçlarında yenildiğimiz için, gazoz parası verdiğim harçlıklarımın geri gelmediği zamanlarda öğrendim kaybetmeyi. Dizlerimdeki yarasal haritalarla, kollarımdaki et çürükleriyle öğrendim kaybetmenin geçmeyen izler bıraktığını. Sonra bir de seni kaybettim. Sonra anladım ki hayat bir gün bir şekilde yeniden vuruyor öğrettiklerini sınamak için. Vurup toparlamanı bekliyor. Anla ki ben toparlayamadım..
Bir cümle söyle bana sonbahar koksun. Eylülden olsun biraz, ekimden daha az ve fazlasıyla kasım. Eylülde yaşanırmış en güzel sevişmeler, kasımdaymış aslında el ele tutuşmaların tadı, üşümelerin samimiyeti; ekim öksüz çocuğuymuş bu mevsimin. Oysa ben sensiz geçirdiğim bir mevsimi, bir ayı, bir günü yıldan saymıyorum, hatta asırdan. Parmak morartan, diş kıran kış rüzgarları geliyor, tohumları kapıda soğukların. Öyle bir cümle söyle ki bana, kış sıcak geçsin.. Sıcak geçsin ki kıskansınlar bir ağızdan çıkan cümleye nasıl sarıldığımı. Ama ne yazık ki duymuyorsun ve haberin yok benden. Kaybettim çünkü seni. Çünkü çocukluğum gibi duruyorsun orada ve ulaşamıyorum sana. Öğrenemedim sonbaharın bu kadar acıttığını. Her geçen gün yeniden vuruyor. Yeniden toparlanamıyorum. Sonrası bilmediğin gibi, bıraktığın gibi hiç değil. Anladım ki şimdi dursan karşımda geri getiremediğim çocukluğum gibi, boynum önünde saç telin kadar ince kalır.. Anla ki çok kırıldım.. Anla ki çoktan kaybettim her şeyi.
*
Ama
Her şeyin ilki güzeldir. O yüzden şiir yazdıran güzelliğinden öpüyorum seni.