Uyuduğu odaya doğru ilerlerken bugün nasıl hissettiğini, hissettiği şeyleri gerçekten anlamaya çalıştığımı göstererek nasıl soracağımı düşünüyordum. Gecelerin ona türlü türlü korkular getirdiğinden emindim, büyük ihtimalle gözüne uyku bile girmemişti. Belki de gece uyuyup uyuyamadığını sormalıydım.


Bizim söylediklerimizi önemsiyor muydu acaba, bu hayatla bağının kopabileceği düşüncesi artık bizi sahiplenmek istemeyişine bir sebep olabilirdi. Biz buradaydık ama o artık burayı evi olarak görmüyor, bilinci bizim dünya telaşesine kapılmış bilincimizden çok farklı işliyor olmalıydı. Hiçlik kavramı kafasını olabildiğine kurcalıyor, bir çıkış yolu bulamadığında kalbinin karanlığının gözünden yaş olarak çıktığını görünce haberimiz olmasın diye sessizce ağlıyor olmalıydı. Artık onu nasıl gördüğümüzün bir önemi var mıydı? Buradan gidişinin gözümüzde güzel görünmesinin, o nahif düşüncelerinin hâlâ var olduğunu bilmemizin ona bir faydası dokunuyor muydu? Onu bağırıp çağırmaktan, acıdan inlemekten alıkoyan neydi, yüzyıllardır ruhumuza işlenmesi için tüm medeniyetin seferber olduğu "Kötü olmak seni içinde bulunduğun topluluktan ayırır." düşüncesi mi? Tüm bunlara lanet ettiği anlar olduğunu biliyordum ama yine de tutuyordu kendini işte. Ona bu kadar acının içinde bunları yapabildiği için hem hayranlık duyuyor hem kızıyor hem de acıyordum. Acımak mı? Hayır hayır. Acımak sözcüğünü aklımdan silmek için çabaladım bir süre. Ona acırsam yapmaya çalıştığı her şeye ihanet edermişim gibi geliyor. İçinde tüm olup biteni saklaması bizim ona acımamamız için olmalı zaten. Neden bunu yaptığı konusuna tekrar dönmek istemiyorum, otomatik birer makine gibiyiz işte. Aklımıza kazınmak için bize sorulmayan bu düşüncelerin her birini içimizde taşıyoruz, ölmek üzereyken bile. Ölmek mi dedim? Hayır o ölmeyecek ki. Unut bunu, çıkar aklından. Dillendirmenin, hatta sanırım aklında gezdirmenin bile gösterişli umutların düşmanı olduğunu biliyorsun.


Aslında hepimizin içten içe bildiği şeyler var ama dilimizden koskocaman güzellikler fışkırıyor her an. Bunu onun için yaptığımızı düşünsek de kendinde olan biten her kötülüğü bizden daha iyi algılayan bilinci için bu komik bir yalancılık gibi görünüyor olmalı. Kendim böyle bir şey yaşıyor olsam -bunun için yaşamak kelimesini kullanmanın anlamsızlığını düşünmek için bir an duraksıyorum- yüzüme gerçeklerin söylenmesini mi isterdim emin değilim. Üzerinde düşünürken dürüstlüğe pek bir düşkün hale geliyoruz ama bize söylenen yalanlara da ihtiyaç duyduğumuzu çok iyi biliyorum. Aklımızda o an gerçekliğe dair ne varsa hepsini arka plana atıp onun kürsüsüne yalancı düşünceleri yerleştirmek isteyeceğimizi de.


Acaba bizden nefret ediyor mudur? Ben olsam o an benim çaresizliğimin zerresini anlayamayacak olan, bunun üstüne hayatın enerjisiyle dolmuş vücutlarımızdan tiksinti duyardım. Bir de gelmiş burada onun aklında neler dönebileceğini kestirmeye çalışıyorum. Bu sorgulamayı yapmayı hak ediyor muyum ben, hissettiklerinin kaçta kaçını hissedebilirim ki onu anlayabileceğimi düşünüyorum? Bizden nefret ediyorsa bu hiç de yersiz olmuyor, bunu rahatlıkla söyleyebilirim.


Hayatım sürüp giderken onun acısını aklımdan çıkardığım her an için utanç duyuyorum. Elimde bile değil, acının kaynağı olmadıkça onu sürekli taşıyabilmenizin imkanı olmuyor. An geliyor bir şeye gülümseyiveriyorsunuz işte, işinizin gücünüzün arasında onu unutabiliyorsunuz. Bunca acıdan ve sorumluluktan minik bir süre kurtulduğunuzda daha da fazlasını isteyen o hissin doğallığını çok iyi algılıyor ama "aklının ucundan bile geçmemesi gerekenler" listesine eklemekten başka bir şey yapamıyorsunuz. Sürekli kendinizle savaş halinde oluyorsunuz anlayacağınız, insani dürtüleriniz ile bencillik arasındaki sınırı kaybediyorsunuz. Her gün daha az bencil olmak, onun duygularını daha çok benimseyebilmek için çabalıyorsunuz. Hatta tüm bunların üzerine bir de bütün yaptıklarınızın içinizdeki "bencil olabilmek" ihtimalinden kurtulmak adına değil, onu daha iyi hale getirebilmek için olması gerekliliği kurcalıyor kafanızı.


Bu düşüncelerim onu yeterince sevmediğimi mi gösteriyor yoksa? Tüm insanlığa mâl etmeye çalıştığım onca şey sadece bana ait? Bazen kafayı yemek üzere olduğumu hissediyorum. Onun yaşadıklarının benim kendimi sorgulama sürecim haline gelişini izliyorum her sabah. Peki o bundan haberdar mı, inanın bilmiyorum. Ölüme yakın (işte yine söyledim, neden böyle yapıyorum bugün) bir insanın çevresinde bulunmayı böyle büyük bir mesele haline getirebiliyorsam eğer, o da kendisini ve tüm çevresinde olanları daha büyük bir mesele haline getirebiliyor olabilir, değil mi?


Günaydııın, bugün iyi uyudun mu?