"Sen Fatoş olamazsın be! Olsan olsan o züppe Meral olursun.”


Sadri Alışık, Efkarlıyım Abiler filminde bu sözlerle sitem eder alaya alınan sevgisine. Tabii sözü iyice anlamak için filmin de kısaca bir özetini geçmek gerekiyor. Bu filmde başrol Gönlü Bol Arif, bir teknede yaşayan masum bir halk kahramanıdır. İlk ismi gibi taşıdığı lakabı dostlarına, mahallelisine gösterdiği vefadan arta kalan bir yakıştırmadır kendisine. Kahramanların salt siyah ya da salt beyaz tasarlandığı yıllardan kalma bu filmde başrolün aşık olduğu kız, Fatoş ise bu çizginin beyaz tarafında yer alan, masum bir genç olarak karşımıza çıkar. Oysa işin aslı bundan çok daha farklıdır; Fatoş, bir roman yazarının yeni kitabı için tasarladığı bir kahramandan başkası değildir. Yazar, Fatoş sıfatına bürünerek ‘bir roman için gerçek doküman’ toplama niyetiyle Arif’in yaşamına sızar ve bir rüyadan kopmuşçasına geçen günler başlar Arif için. Fakat bulutlar ülkesinden dünyanın sıkıcı gerçekliğine el salladıkları bu renkli günler, o kadar da uzun sürmeyecektir; Arif, günün sonunda ortadan kaybolan Fatoş’u ararken kendini bu hikayenin yazarı, Meral’in evinde bulur. Olanları anlamasıyla o meşhur sözlerini söyler;

“Hırsızlamaya getirip kalplerimizi çaldın ve de alay ettin hepimizle…”

Ve hiç var olmamış o Fatoş’u, Meral’den soyutlayan cümleleriyle bitirir sözlerini:

“Bakma ağladığıma, Fatoş öldü diye ağlıyorum. Denizkızı Fatoş… hey yavrum hey…”

Filmin devamı, Sadri Alışık’ın komedi ve dramın sentezlendiği diğer yapımlarına benzer bir senaryoyla devam eder fakat değinmek istediğim esas konu, filmin bu yarısında yer alan ‘Fatoş’ imgesi. Fatoş’un güzelliği, alçak gönüllülüğü, saflığı ve diğer tüm sevilesi özellikleri, onu ‘beyaz bir melek’ portresi içine yerleştirir. Aslında divan şiirlerinde anılan o mükemmel sevgiliye benzer bu durum, aşığın körlüğünün bir diğer dile getirilme yöntemidir. Devamında bu madalyonun diğer yüzü, ayrılık gün yüzüne çıkacaktır. Ve aşık, bu ayrılıkla bir farkındalığa erişecek; var olanın her zaman kusurlu olduğunu anlayacaktır. Bundan sonra sevgilinin beyaz resmi kararmaya başlayacak, grinin tonlarında gezinecek ve günün birinde aşığa “Sen Fatoş olamazsın be!” dedirtecektir. Bu cümle söylendiği an itibarıyla, öncesinde aşığın zihninde bir bütünün iki yarısı halinde yer alan ‘sevgili’ ile ‘Fatoş’ tasarısı, keskin bir çizgi ile bir daha kaynaşmamak üzere ikiye ayrılacaktır.


Fatoş, önceleri bir balçık kıvamında aşık olunmayı bekler her zihinde. Bu balçık, zihindeki tüm güzelliklerin ithaf olunduğu bir güvenli sığınak, bir huzurlu evdir. Zekai Tunca’nın şarkısındaki şu sözler de bunu destekler niteliktedir: “Aşka merakım ezelden / Sen güzel bir bahaneydin”. Nitekim aşkın yoğurması ile bu balçık bir şekil alır, bir insan suretine bürünür ve nihayet bir ad yakıştırılır ona. Oysa Fatoş, Meral ya da Arif; ismi her ne olursa olsun bu hayali yaratık, bu beyaz melek, insanın zihninden başkası değildir. Ve insan, zihnini çıkarıp vestiyere asamayacağına göre bu balçığı da beraberinde götürür her yere; artık içtiği su da Fatoş, gözünden akan damlalar da Fatoş, tüm acıları ve tüm mutlulukları da Fatoş olur. Bu yüzden aşkın gözü kördür, bu yüzden aşıklar o körlük perdesini gözüne Fatoş’tan örmüştür.


Gelgelelim bu farkındalığa varmış aşıkların Sadri Alışık’ın karakteri kadar delikanlı bir biçimde hareket edip edemeyeceğine. Bu, biraz da kişinin muhtaçlık duygusuna, sevgi açlığına bağlıdır. Nitekim kimi zaman Fatoş uğruna gururunu ayaklar altına alır insan, kimi zamansa onu sonsuz bir nefretle anar. Oysa sevdiği de nefret ettiği de zihnindeki yaratığın ta kendisidir. Bu sebeple insanın kendine karşı merhametli olması, verilebilecek tek evrensel tavsiye olabilir. Çünkü herkes kendi tasarladığı bir yaratığı sever. Çünkü herkes Fatoş’u sever.