Sen ressam degildin, 

Ressam bendim. 

Ben ikimiz için bir yuva çizdim. Mavi penceresinden güneş gibi sarı ışık süzülen.. 

İçerisine bir tane sen boyadım. 

Sarı bir kedisi ve bir balkonu vardı çiçekli. 

Ben o yuva'ya seni boyayınca sen önce ışıkları kararttın. 

Birşey gözükmüyordu Yine de devam ettim.. 

Bir masa çizdim üzerinde iki kadeh..ve neşeyle yenilen akşam yemekleri.. 

Sen yine durmadın. Darmadağın ettin o masayı. 

Korkuyu getirdin. 

Pes etmedim. Sen korkuyu getirdiğinde

Ben bir bebek boyadım, herşeyi tekrar aydınlatabilecek. 

Biraz sevilseydin çocukken, o bebeği de sevicektin.

Ama sevmedin. İstemedin. 

Sonra aramıza bir sürü Yalan soktun. 

O yalanlar, aramızdaki dagları denizleri getirdi artık yuva olmayan o eve. 

Ve sırasıyla aramıza aldığın gecenin sürtükleri... 

Gecenin sürtüklerini de boyadım. Belki farkedilmez evin içinde böylelikle diye. 

Evi degiştirip yeni yuva oluşturmaya, 

Yeni renkler koymaya çabaladım. 

Herşeyi küle çeviren bir ateşin vardı. 

Ne zaman sana yaklaşsam, paletimden bir parça renk kırılıp yanıyordu. 

Ne zaman sana yaklaşsam fırçam alev alıyordu. 

Hızlıca; elimde kalan renklerle, çıkarmaya uğraştığın yangını; yalanlarını ve gecenin sürtüklerini yok etmeye çabaladım. 

Öyle bir ateş püskürüyordun ki boyadığım herşeyi yakıp geçiyordun.

Sonunda bıraktım tüm renklerimi artık çoktan bir yuva ve ev olmaktan çıkmış o cehennemde. 

Ve Sen... 

Beni ve bebeğimizi 

o cehennemin içine kapattın ve canlı canlı ateşe verdin. 

Bir 70'lik ve gecenin birkaç sürtüğü ile birlikte.