Bir bankta bir heykel ve bir adam; heykel adama bakıyor, adam içine bakıyor. Heykel bakmaktan yorulmaz, adam otururken bile yorulur, sıkılır. Adam uzun süredir kendisine bakan heykele aldırış etmeden dayandı ancak bir müddet sonra heykele bakarak "Niye bakıyorsun?" dedi. Heykel duymamazlıktan geldi ama yine de adama bakmakta olan gözlerini bir an olsun çevirmedi. Adam biraz sinirli, heykel hep sakin; adam belirsiz, heykel belli. Adam biraz daha sesini yükselterek sordu: "Niye bakıyorsun?" Heykel "Benim işim bu," dedi. Adam, "Hımm... demek sen bakmakla yükümlüsün, anladım. Bana birini hatırlatıyorsun," dedi heykele bakarak. Heykel gülümsedi ve cevap verdi: "Kendine bak." Adam kendine baktı; insanın kendine bakması içten olur, dıştan bakmak bakmak değildi, hem hangi göz kalp gözünden daha iyi görebilir? Adam "Haklısın," dedi heykele. Ortalık sessizleşti, içe doğru bakmak bunu gerektiriyor belki de... Duyabilene sessizlik her sesten daha yüksektir.

Bu kez sessizliği bozan heykel oldu ve adama bakarak "Hissetmek nasıl bir duygu?" diye sordu, adam heykele bakarak sağ elini heykelin sol göğsüne koydu, "İşte burada," dedi adam ve sözüne devam etti: "Burada olan şey herkeste yoktur, onun adı kalptir... Sendeki kalbe taş deme, bazı kalpler seninkinden daha taştır, yerinde olmak isterdim." diye sözünü sonlandırdı adam. Heykel adama teşekkür etti, adam heykele gülümsedi.