Her akşam kendimi eylemek için birkaç duble rakı içiyor, evin çardağında oturuyorum. Bugün yağmur atıştırdı, hala ufak ufak çiseliyor, yaz ortası oysa. Yaz yağmuru. Etraftaki evlerin sesi çalınıyor kulağıma. Çocuk ağlamaları ve iki adamın sohbetini duyuyorum. Duyduklarımı anlamasam da başka başka hayatların türlü önceliklerini ve gayretlerini düşündürüyor bana bu sesler. Hafiften üzerime çöken bir ağırlık eşliğinde usulca esen rüzgarın uğultusu ve yağmurun ıslattığı toprağın kokusunu duyuyorum. Hayat insanlara ayak uydurma zorunluluğu olmasa ne kadar da güzel. Şimdilik düşüncelerimi tesiri altına alan kaygılarım sanırım uykudalar, bu sayede duyumsayabiliyorum yaşamın güzelliğini. Keşke hayat her zaman şimdiki gibi olabilse; Sessiz, dingin ve huzurlu. Yüzümün sıcakladığını hissediyorum. İçkiden olsa gerek. Her gün başka bir hikaye mi barındırıyor yoksa aynı hikayenin türlü varyasyonlarını mı yaşatıyor bana bu ayrımı kestiremiyorum. Çok uzun zaman oldu şimdiki gibi hissetmeyeli. Sabahın altısında bir deniz gibiyim. Yine durmaksızın ötüyor cırcır böcekleri. Bazenleri insan olmasaydım diyorum, keşke insan olmasaydım. Bunları düşünemiyor, yazamıyor olurdum. Hoş, düşüncelerimi dünyamıza taşımamın pek bir faydası olmuyor. Niçin yaşadığımı bilmeden yaşamak, yaşamıma bir anlam aramadan yaşamak isterdim. Biri olma zorunluluğu hissetmeden yaşamak. Öğlen vakti bir çam ağacı altında, otların arasında uyuklayan bir tilki kadar tasasız olmak isterdim. Gün doğumunda toprağı eşeleyen bir serçe kadar bihaber...