Canım, cehenneme!


(Bir Gangster Sözü/Ölüm Bildiren Kibarlık Ünlemi)


Hayatın yukarıdan aşağıya ve sağdan sola bir bulmaca olduğunu varsayarsak ortak bir cevapta kesişmiş olmamız gerekir. Mesela sen, yaşama sevincinin yukarıdan aşağıya cevabı; ben, yaşamama sevincinin sağdan sola cevabı ve dan! “M” harfinde buluşmuşuz.


Mantıksızlığın “M”si, metaforun “M”si, manyaklığın “M”si ya da matmazel, murakıp mantalitenin mahvedici “M”si. Sonuçta bir yerlerde kesişiyor olmamız gerekirdi. Öbür türlü aynı çengelde sersem balıklar gibi buluşamazdık. Görüş alanıma girdiğin ilk günden beri kesişiyor olmamız benim sonsuz arzumdu. İtiraf etmem gerekirse ilk görüşte aşka inanmam, aşk bence; son görüşte yakalanabilecek bir hastalık. Ben de son görüşte, aşık oldum sana. İş işten geçtikten sonra yani. İlk görüşte ölüme inandığım gibi inandım sana.


Ah, keşke ölüyor olmasaydın. Uç uca ulanmış damarların soğuk mermere deveran etmeden, pespembe kanınla zemini boyamadan aşık olabilseydim sana. Ama ne yaparsın, bulmacada hep boşluklar kalır. Bu sorumsuzluğun cevabının da aşağıdan yukarıya boş kalması benim kuvvetli arzumdur.


İçimde sağdan sola, yukarıdan aşağıya akan o kadim acı ırmağının tüm cevaplarının senle kesişeceğini umduğum günden bu yana aklımı kaçırmış gibiydim. Hatırlarsan -ki ölmeseydin muhtemelen hatırlardın- cebimde bir kaplumbağayla gezmem de bu sebeptendi. Ah, bebeğim. Sen o kadar güzeldin ki. Dışarıya saçılmış barsaklarını, kulaklarına kadar yırtılmış ağzını, burnundan akan salyaları, gırtlağından boşanan pespembe kanları göz ardı edersek hala çok güzelsin. Biri soldan sağa güzellik, beş harfli, deseydi hiç çekinmeden adını söyler, sonra da adımı adına ulardım. Senin kadar güzel yaşayanı görmedim. Ve hatta senin kadar güzel öleni de görmedim. Bence sen yaşarken neysen ölünce de “o”sun, hiçbir şey değişmedi. Yani, avuçlarımda tuttuğun minicik elinin soğuduğunu görmezden gelirsek.


Ben, nasıl derler... Babam, annemi; ben babamı öldürdükten sonra önü alınmaz bir hastalığa tiryaki oldum. Sevdiğim hiç kimsenin yaşamasına dayanamıyorum. Yaşayıp bu kadar acı çekmesine katlanamıyorum. Seni de öldürdüysem, bu senin iyiliğin için ama bunun artık bir önemi yok. Ah, bebeğim. Teşekkür eder gibi bakıyordun, yani gözlerini yuvalarından çıkarıp cebime koymadan önce. Lütfen, hiç önemi yok. Senin için her şeyi yapabilirim. Sen tanıdığım en güzel kızsın. Ölüyken bile.


O mu? O bir “Glock”, 7.65’lik, babamın tabancasıydı. Ne kadar da minicik duruyor değil mi, tıpkı ellerin gibi. Beynini kafatasından ayırabilmek için kullandım bunu, canın yanmadı biliyorum. Senin canını yakmayacak kadar çok seviyorum seni. Ah, bebeğim. Ne önemi var?


Bıçaktan korktuğunu bildiğim için bıçağı beynin parçalandıktan sonra kullandım. Rica ederim.


Kirpiklerin o kadar güzel ki, upuzun; kıvır kıvır. Ya gözlerin... O kadar güzel olmasa sence cebimde taşır mıydım? Minicik ellerin ve buğday tenli boynun. Oraya bir öpücük daha kondurabilmek, saçlarının kokusunu içime çekmek ve o incecik belinden tutup seni kendime bir daha çekebilmek için her şeyimi verirdim. Ama sen zaten benim her şeyimdin. Senin için seni verirsem bu o kadar korkunç bir paradoks olur ki.


Yirmi üçüncü yaş günün için mezarına yirmi üç mum dikeceğim. Ne önemi var, rica ederim. Ah, bebeğim. Yerde o kadar güzel uzanıyorsun ki. Ama beni anla, acı çekmene daha fazla katlanamazdım. Hem merak etme, gözüm senden başkasını görmez. Evet, biliyorsun: “Hiç kimse senin kadar güzel ölemez.”