Biraz garip. Her şeyin dışında kalmış kimsenin istemediği bir varlık gibi olduğunuz oldu mu?
Aslında bu soruya cevap aramıza gerek yok. Bu hep olur. Küçük ya da büyük. En sevdiğiniz, aşina olduğunuz ortamda dahi bu içinize gelip oturur. Çorbanın içinden kıl çıkması gibi. İnsanın keyfi bir şekilde kaçar. Tabii keyfimiz mi var da diyebilirsiniz. Haklısınız çoğu şeyin tadı tuzu kalmadı.
Ölümlü bir dünyada yaşıyoruz. Normal bu olup biten. Gençlik gidiyor yaşlılık geliyor. Ölüm hep bir adım sonrada. Birbirimizi günden güne daha da anlamaz oluyoruz. Bir nesil bir sonraki nesil hiç tanımıyor artık. Günden güne artık hiç bize benzemeyen insanlar geliyor dünyaya ve her gelen ondan önce geleni aratıyor sanki. Nerede o eski günler? Değil mi?
Bunların savaşmamız gereken gerçekler olduğunu düşündürtmek değildir emelim. Yabancıdır her bir insan. Yabancı, yalnız, korkmuş bir şekilde gelir dünyaya ve aynı biçimde gider. Hayat üstümüzden bir rüzgar gibi eser geçer. Biz de ucu bucağı olmayan bu yaratılışta küçük bir çentik bırakır ya da bırakamaz çeker gideriz.
Peki neden? Emelim savaş açmanız değil barış görüşmesi yapmanız tüm bu tatsızlık, tuzsuzluk ve çöl kumu tatlarıyla. Ne kadar yüce tatlar olduğunu anlamak adına. Hiçbir şey gereksiz değildir çünkü. Tüm bu hoş olmayan durumlar bizi gerçeği bulmaya zorlamak içindir. Peki gerçekten, gerçek nedir?