Soğuk soğuk terliyordu.
Kan şekerinin ne denli hızlı düştüğünü, vücudunda ki tüm damarları hissetmeye başladığı zaman kavradı.
Ancak düşünsel bir seansın tam ortasındaydı ve bu anı hiçbir gerekçe ile bozamazdı.
Düşünüyordu, düşünüyordu, düşünüyordu.
Sonra birden “Acaba yaptığım tek şey düşünmek mi?” dedi.
Gerçek hayattan kopup kopmadığını anlayabilmek için, aynaya doğru adımlarını atmaya başladı.
Amerika’dan ithal edilmiş boktan Türk filmlerinden anımsadığı kadarıyla ölüler aynada görülmezdi.
Aynada gördü kendini. Bu sonuca sevinmeli miydi? Yoksa “Gene mi olmadı!” diye iç mi geçirmeliydi? Bilemedi.
Bu sorunun cevabını bulmasının ne kadar güç olacağını kısa bir hesaplamadan sonra anlayınca, başka boktan şeylere odaklanmak ümidiyle bilinçaltında ki çöplüğü karıştırıyordu.
Sonra birden, ışığı yanmayan bir odanın yanından geçerken gözü o karanlığa takıldı.
Karanlığa takıldı, karanlığa, karanlık, boşluk, büyüyen bir karanlığın içinde ki sonsuz boşluk,
karanlığın boşluğu, boşluğun karanlığı…
Bayılmıştı!
Hiçliğe...