Tüm hiçliğin ortasında bağdaş kurmuş oturuyordu. Hiçlikti, çünkü hayatının bir önemi yoktu artık gözünde. Her şeyini kaybetmişti bir anda. Tüm hayalleri, umutları, yazdığı şiirler, hikayeler, söylediği şarkılar, verdiği sözler. Hepsi annesiyle birlikte o toprağın altına girmişti. İlk toprak yığınını kendisi atmıştı annesinin üstüne. O mezar başına ruhunu bırakmıştı annesine yoldaş olsun diye. Tek emeli onun yalnız kalmamasıydı. Bedenini sürükleyerek eve atmıştı. Yığılıp kalmıştı kapı dibine. Hiçbir şeyin bir önemi yoktu artık onun için. Hiçliğin tam ortasındaydı. Ruhu olmadan nasıl yaşayacaktı? Hisleri olmadan nasıl devam edecekti bu acımasız hayata? Gözlerinden akan yaşları takip edemiyordu ama elinden geldiğince silmeye çalışıyordu çünkü annesinin onu böyle görmesini asla istemezdi. Korkunç bir gök gürültüsü işitti. Atamadığı çığlıklarını, içinde kalan haykırışlarını gök onun yerine yapmıştı. Dermanı yoktu bağırmaya. Dermanı yoktu nefes dahi almaya. Ardı arkası kesilmeyen yağmurun sesi tüm evin içini dolduruyordu. Ses yankılanıyordu sanki evin içinde. Annesi gidince sadece kendi bedeni kalmıştı. Bomboş, kuru bir yerdi artık burası. Kupkuru çölün tam ortası. Hiçliğin tam ortasıydı bu ev. Duvardan destek alarak ayağa kalkmaya çalıştığı ilk seferde başarısız olup yere tekrar yığıldı. Annesine gitmek istiyordu. Her ağladığında, mutsuz olduğunda, mutlu olduğunda beraber koyun koyuna uyudukları o yatağa ulaşabilmek istiyordu. Tekrar kalkmayı denedi fakat kendinde yine o gücü bulamadı. Emekleyerek yatak odasına gitti. Gözleri her yeri bulanık görüyordu ama görmesine de gerek yoktu zaten. Yıllardır yaşıyordu bu evde. Her köşesini ezbere biliyordu. Tıpkı annesinin her hareketini ezbere bildiği gibi. Yatağa bakakaldı. Gözleri annesini aradı. Tam şu an ona seslenmek istedi. Gelmeyeceğini, bu evde yalnız olduğunu bildiği halde kulakları anne kelimesini duymak, dudakları anne demek istiyordu. İçi yanıp tutuşuyordu anne demek için. İçi yanıp tutuşuyordu annesi için. Kendinde belki de son kez bulduğu bir güçle ayağa kalktı. Etrafa bakındı. "Anne?" dedi sorarcasına. Ama saatlerdir ağlaması ve ağzını açmaması sebebiyle kısık bi mırıltı döküldü dudaklarından. Anlamsız birkaç harf. Sanki annesinin vasiyetiymiş ve yapmak zorundaymış gibi boğazını temizledi, Gür bir sesle "Anne." dedi tekrardan. Daha birkaç saat önce olsa ikinci bir ses duyulur ve aynı sorar tavırla "Kızım." derdi. Ama şu an kendi kalp atışlarından başka çıt çıkmıyordu evin içinde. Bir de göğün haykırışları. Dışarısı tıpkı zihni gibi kıyamet yeriydi. Kendini yatağa bıraktı. Sağındaki hırkaya uzandı. Uzun uzun baktı. Gözlerinden akan yaşları silmek için çaba sarf etmiyordu artık. Sanki kendisiyle beraber odadaki tüm eşyalar ve özellikle de hırka ağlıyormuş gibiydi. Derin bir nefes alıp annesinin kısa bir süre sonra kaybolacak kokusunu içine çekti. Tüm gece hırkaya sarılarak gözyaşlarıyla beraber zihnindeki zehirleri de akıttı. Bir hırka ancak bu kadar hüzünlü olabilirdi. Bir ev ancak bu kadar hiçliğin ortasında olabilirdi.