Yazmak istiyordu, sadece yazmak. Bu yüzden işi bıraktı. Günün en kıymetli vaktini, sessiz geceleri uykuya kurban etmek zorunda kalmayacaktı böylece.

Yine de yazamadı. Artık çok geç, diye düşündü. İnsanlar, onlar beni çoktan aralarına aldılar. Artık çok geç. Acı acı güldü. Sıradan biriyim, dedi. Tıpkı onlar gibi. Yazacak, anlatacak bir şey kalmadı.


Hayli vakit idare eder düşündüğü para çoktan suyunu çekmişti. Kaç gün olmuş ağzınalokma koymamıştı. Geceleri büyük bir günah gibi aklına çalınan veresiye fikri ancak güneş doğana kadar yaşıyordu. Ölmek daha makul görünüyordu. Bir kimseden karşılıksız istekte bulunmak, dilenmektense ölmek… Kimsenin haberi olmadan, sessizce çekilip gitmek fikri nasıl da tanrılaştırıyordu onu.


Neredeyse akşam olmuştu. Kemikleri ağrıyordu. Pek fazla uyumuştu yine.


İlk iş mutfağa saldırdı. Şişmiş gözleriyle masanın üstündeki dağınıklığa, boş raflara, yeşillenmiş bulaşık tepelerinden mürekkep tezgaha uzun uzun baktı. Ekmek dolabında biraz ekmek kırıntısı buldu. İsteksiz avuçlarına doldurduğu kırıntıları ağzına götürüp ağır ağır çiğnedi. Dili kurumuştu, musluğu açtı. Mide gurultusuna benzeyen boş bir ses yükseldi demir borudan. Ses etmedi. Başka zaman olsa sövüp sayardı.


Ev soğuktu. Üstelik kış henüz bastırmamıştı. Olsun, zaten kömür almayı hiç düşünmemişti. Sıcaktan mayışmak, tüm günü uykuyla geçirmek istemiyordu. Yazmalıydı.


Biraz kahve bulmak ümidiyle dolabın boşluğunda gezdirdi ellerini. Ayakları üstünde uzanarak teyit etti. Hatırladı; boş kavanozu iki gün önce fırlatıp atmıştı öfkeyle.

Sonunda bu odanın hiç kıymetinin kalmadığını anladı. Artık burası da tıpkı diğer odalar gibi boş, lüzumsuz bir dört duvardı. Gerisin geri odasına çekildi.


Masada yarım duran yazılar çarptı gözüne. Pencereye yürüyüp perdeyi araladı. Yağmur başlamıştı. Hangi ayda olduklarını anımsayamadı. Henüz yerde sürünen yapraklardan sonbaharı kestirebildi. Bulutlar griydi, mavi gökyüzü ortalıkta yoktu. Derin nefeslendi. “Eh,” dedi. “Artık yazma zamanı.” Perdeyi sonuna dek araladı.

Aynanın karşısına geçip bir haftalık sakalını tıraş etti. Kıymetinden midir gereksizliğinden mi bilinmez, askıdan bugüne kadar yalnız bir kaç kez giyindiği elbiseleri alıp üstüne geçirdi. Masanın üstünü boşaltıp bir kalem ve boş bir kağıt aldı. Düşündü, düşündü. Kafasının içinden tek bir kelime bulup da çıkaramadı. “Anlaşıldı,” dedi. “Anlaşıldı.” Tütün alacak kadar parası olsaydı belki başka türlü olurdu.


Masanın altındaki çekmeceye asıldı. İçinden çıkardığı altı patlar tabancayı çenesine dayayıp tereddütsüz ateşledi. Beyaz kağıt, boydan boya kanla kaplandı. “İşte,” dedi sevinçle. “Bundan iyi bir hikaye çıkar.”